17 Ekim 2006

13 İNSAN HAKLARI İHLALLERİ

13

İNSAN HAKLARI İHLALLERİ

İnsan hakları ihlalleri kavramı, geniş boyutuyla ele alındığında, çocuk hakları, kadın hakları, hasta hakları, vatandaşlık hakları gibi kavramların önemsenmemesi, uygulamalarda dikkate alınmaması, ihlaline göz yumulması ve ihlalinin sistemli bir şekilde gerçekleştirilmesi olarak değerlendirilebilir.

Çocuk hakları, kadın hakları, hasta haklarının ihlalleri ile ilgili tanımlar, tanılar ve düzenlemeler kitabın ilgili bölümlerinde yer almıştır. Bu bölümde ise insan hakları ihlallerinin diğer bir boyutu olarak işkence, eziyet, soykırım, insanlığa karşı suçlar, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti, açlık ve açlık grevleri ele alınacaktır.

İŞKENCE

İşkence, bir halk sağlığı sorunu olup, klinik olarak tanı koymak; işkenceyi önleme sürecinde hekimlere düşen önemli bir görevdir.

İşkence uluslararası bir sorun olup, muayene ve rapor düzenlenmesinde de uluslararası normlar tutturulmalıdır.

İşkence yapıldığına ve bu suçun cezalandırılmasına karar vermek mahkemeye ait bir görev olmakla birlikte, hekim, bilirkişi veya tıbbi tanık olarak suçla ilgili fizik/ psişik lezyonların tanımlanması, laboratuvar bulgularının saptanması ve bunların hastanın öyküsündeki anlatımlar ve/veya işkence iddiaları ile uyumlu bulunup bulunmadığına ilişkin yorumu da kapsayan kanıtları sunar.

İşkence; 1975 Dünya Tıp Birliği Tokyo Bildirgesi’nde: “Yalnız başına veya bir yetkilinin emri altında davranan, bir ya da birden çok sayıda kişinin; bilgi edinmek, itiraf almak ya da bir başka nedenle, kasıtlı, sistemli ya da kayıtsızca bir başka kişiye zor kullanması, ona fiziksel ya da ruhsal yönden acı çektirmesidir.“ diye tanımlanmaktadır.

İŞKENCENİN ÖNLENMESİNE DAİR HUKUKİ BELGELER

İşkencenin önlenmesi çabaları geçtiğimiz yüzyılda hız kazanmış olup, pek çok uluslar arası bildirge ve ulusal yasalarda yer bulmaya başlamıştır.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948):

“Hiç kimse işkenceye, zalimane, insanlık dışı, onur kırıcı cezalara ve uygulamalara tabi tutulamaz”.

Birleşmiş Milletler’ in İşkenceye Karşı Bildirgesi (Cenevre - 1975):

“Bu bildirgenin amacına göre işkence; Bir kimseden ya da üçüncü kişilerden bilgi veya itiraf elde etmek, yaptığı veya yaptığından kuşkulanılan bir eylem için onu cezalandırmak; ya da onu veya diğer kişileri yıldırmak gibi amaçlarla bir resmi görevlinin buyruğu ile veya onun tarafından maksatlı olarak uygulanan fizik ya da mental olarak şiddetli acı veya ızdırap verici herhangi bir eylem demektir. Bu kavram sadece hükümlülere davranışta asgari standartlara uygun düzeydeki yasal yaptırımlara bağlı acı ve ızdırabı içermez. İşkence, acımasız, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezalandırmanın ağır ve kasıtlı bir biçimidir” ve “Hiçbir devlet işkenceye ya da diğer acımasız, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezalandırmaya izin veremez ya da hoşgörü gösteremez. Savaş hali ya da savaş tehdidi, iç siyasal karışıklık veya diğer genel tehlike halleri işkence ya da diğer acımasız, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ya da cezalandırmanın haklılığı için bir özür olamaz”

Ayrıca Avrupa Parlamentosu Temel Haklar Ve Özgürlükler Bildirisi (1989), Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı (1990), AGİK İnsan Boyutu Konferansı Moskova Toplantısı Belgesi (1991), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi bildirge ve sözleşmelerde de işkenceyi kesin olarak yasaklayan ve insanlık dışı bir uygulama olduğunu vurgulayan hükümler bulunmaktadır.

Birleşmiş Milletler tarafından 1982 yılında alınan başka bir kararda ise; Tıbbi bilgi veya tekniğin acı vermekte kullanılmasının yasaklandığı belirtilmektedir.

Ulusal hukukumuz yönünden incelendiğinde ise; Anayasamızda ve TCK’ nda yer alan hükümler ile işkenceye karşı yaptırımların düzenlendiği ve böylece işkencenin önlenmesine çalışıldığı görülmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ nın 17. Maddesi:

“... Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz, kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”;

TCK’ nun 94. Maddesi:

“ Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında beş yıldan on iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.Suçun, çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı, avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla işlenmesi halinde, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi halinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de, kamu görevlisi gibi cezalandırılır”

TCK’ nun 95. Maddesi:

“ İşkence fiilleri, mağdurun duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına, konuşmasında sürekli zorluğa, yüzünde sabit ize, yaşamını tehlikeye sokan bir duruma veya gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, yarı oranında artırılır. İşkence fiilleri, mağdurun iyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine, duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine, konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına, yüzünün sürekli değişikliğine veya gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. İşkence fiillerinin vücutta kemik kırılmasına neden olması halinde, kırığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. İşkence sonucunda ölüm meydana gelmişse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur”.

Sağlık Bakanlığı’nın 1995 tarihli genelgesi:

“İl bünyesinde Adli Tıp Kurumu veya adli hekim bulunmadığı durumlarda kolluk güçleri tarafından uzun dönemli olarak gözaltına alınan kişiler ve özellikle bunlardan DGM’lerinin görev alanına giren toplu suçlardan gözaltına alınanların düzenli olarak (en azından her 48 saatte bir) sağlık ocağı hekimi tarafından muayene edilmelerinin sağlanır”

2002 yılında yapılan yasal düzenleme ile, İnsan Hakları Mahkemesi tarafından işkence nedeniyle bir tazminat belirlendiğinde, bu tazminatın işkenceyi yapan ve saklayanlarca (hekimlerce) ödeneceği hükme bağlanarak işkenceye karşı kesin bir duruş sergilenmiştir.

İŞKENCENİN ÖNLENMESİNE DAİR

HEKİM SORUMLULUĞU

Tıp etiği açısından, (Dünya Tıp Birliği 1949, 1968, 1983); hekim, hastasına sevecenlikle ve insan onuruna saygı ile tam bir teknik ve moral bağımsızlık içinde yetkin bir tıp hizmeti vermeye kendini adamalı, insan yaşamını koruma zorunluluğunu daima aklında tutulmalı, ve işkence görmüş kişinin yargılanması veya hükümlülüğüne gerekçe olan nedeni, ırkını, dinini, cinsiyetini ve diğer kimlik özelliklerini sorgulamaksızın tam bir tarafsızlık içersinde görevini yerine getirmelidir.

Hekimler, işkencenin etkinliğinin artırılması, daha fazla işkence uygulayabilmek için kurbanın yaşamını sürdürmesini sağlanması, işkencenin örtbas edilmesinin sağlanması ve dolayısıyla eksik - yanlış rapor düzenlenmesi, işkence görmüş kişinin gözaltı süresi bitinceye kadar iyileşmesinin sağlanması, gibi taleplerle karşılaştıklarında bu taleplere boyun eğmemelerinin yanı sıra, bu tip yasal olmayan ve zorlamaya dayalı istemleri Cumhuriyet Savcılıkları’na bildirmelidirler. Hekimin “ işkence görebilir” raporu vermesi hem Birleşmiş Milletler tarafından yasaklanmış, hem de hekimlik ile hiç bağdaşmayacak bir tutum olarak kabul edilir.

Hekim, güvenlik görevlileriyle uluslararası sözleşmeler, yasalar ve yönetmeliklerden ödün vermeden olumlu ilişkiler kurmaya çalışılmalı, muayene ve rapor düzenleme koşul ve yöntemlerinin gerekleri onlara da ikna edici olmaya çalışılarak anlatılmalı, tam ve doğru bir raporun güvenlik güçlerinin zan altında kalmasını da önleyeceği ifade edilmeli, sağlık personelinin mesleki ve yasal sorumlulukları ile yükümlülükleri hatırlatılarak tarafsızlık zorunluluğu vurgulanmalıdır. Bu güvenlik güçleriyle karşılıklı cepheleşme görüntüsüne engel olabilir.

MUAYENE KOŞULLARI

Hekim hastayı bizzat görmeli, kim olursa olsun başkasının ifadesine dayanarak rapor düzenlememeli veya mümkün olduğunca başka bir hekimin verdiği rapor tek başına rapora dayanak oluşturmamalıdır.

Hasta yalnızca sağlık personelinin olduğu bir muayene odasında kelepçesiz olarak kabul edilmelidir.

İyi bir tıbbi uygulama olması açısından ve hem gözaltına alınan kişi hem adli raporu düzenleyen hekimin menfaatleri açısından, gözaltına alınanın muayenesinin özel olarak ve kolluk kuvvetlerinin duyamayacağı ve göremeyeceği bir yerde yapılması, dışarıdan güvenlik önlemi alınamayacak koşullar söz konusu ise güvenlik personeli muayene paravanının uzağında önlemini alması gereklidir. (Jandarma Genel Komutanlığı’nın 10.01.1989 tarihli Genelgesi).

· Hekim maske veya başka yöntemlerle yüzünün gizlendiği ya da hastanın gözlerinin bağlı olduğu durumlarda muayene yapmamalıdır.

· Hekim kendi kimliğini - kurumunu- uzmanlık alanını ve görevini hastasına bildirmelidir.

· Hasta gerekli bilgilendirme yapıldıktan sonra tamamen soyularak muayene edilmeli, rapora da hastanın tamamen soyularak muayene edildiği kaydedilmelidir.

· Hasta tamamen soyunmak istemiyorsa bu durum da rapora geçirilerek hastanın açılmasına izin verdiği yerlerindeki lezyonlar saptanmalıdır.

· İşkenceye maruz kalanlarda psikolojik sekellerin varlığı anamnez alınması ve muayene sırasında hekim için güçlükler yaratabileceği gibi, hasta için de benzer bir travmatik sürecin yaşanması anlamına gelebileceğinden muayene öncesinde hasta aydınlatılmalı, muayene sırasında yapılacak her işlem için bilgi verilmeli, açıklamalarda bulunulmalı, laboratuvar yöntemlerle ilgili ayrıntılı bilgi aktarılmalıdır.

MUAYENE YÖNTEMİ

KIMLIK SAPTANMASI:

· Olabildiğince doğru belgelere dayanarak muayene edilecek kişinin kimliği saptanmalıdır.

· Kolunun mühürlü olması kimlik saptaması için yeterli sayılmamalı, ancak başka imkan tanınmıyorsa yalnızca sol kolunun mühürlü olduğu, kimlik belgesi ibraz edilmediği belirtilmelidir.

· Bu durumda kimliklendirme bölümünde tanımlanan morfolojik özellikler rapora kaydedilmeli, fotoğraf çekme imkanı varsa hastanın yazılı izni alınarak çekilecek fotoğraf rapora ve dosyaya eklenmelidir.

ÖYKÜ:

· Yalnızca anamnezde anlatılanlar dahi önemli veriler sağlayabileceğinden ve bu tür tanımlar kimi durumlarda önemli bir delil olabileceğinden, işkencenin türü, ismi, işkence aletlerinin tanımı, üzerlerindeki yazı veya şekiller, hangi pozisyonda işkenceye başlandığı gibi bilgiler kaydedilmelidir.

ÖZGEÇMIŞ:

· Eski travmatik olayların yeni bir travmanın bulguları ile karışmaması için ayrıntılı olarak kaydedilmesi gerekmektedir

YAKINMA:

· Fizik bulgularla uyum gösterip göstermemesi bakımından kişinin tüm yakınması önem taşımaktadır ve mutlaka rapora geçirilmelidir.

KLINIK BULGULAR:

· Yaş, ağırlık, boy, özel bulgular, ... kaydedilmelidir.

FIZIK MUAYENE:

· Tam veya yeterli soyulmalı, uygun bir aydınlatma olan bir odada muayene edilmelidir.

· Ayakta, yürürken, yatarken, çeşitli hareketleri yaparken gözlenmeli ve ayrıntılı, özenli bir muayene yapılmalıdır.

· Kuşku duyulan ve gerek görülen durumlarda mutlaka uzmanlardan konsültasyon istenmelidir.

LABORATUAR:

X-ray:

· Kemik sintigrafisi (dövülme, falaka, ...) kullanılabilmekte olup kemik sintigrafisinde iskelet yapıdaki hiperaktivite 15-16 aya kadar sürmektedir.

· Yumuşak dokuların (testislerin sıkılması, elektrik uygulaması...) dinamik sintigrafisi ile de bu bölgelerde travmaya bağlı değişimler araştırılabilir.

· Gerektiğinde ultrasound, manyetik rezonans, elektromyografi, bilgisayarlı yomografi gibi tüm radyolojik ve laboratuar yöntemlerinden yararlanılmalıdır.

Biyopsi:

· Makroskobik olarak elektrik akım lezyonları, 1-2 mm lik hemorajik/kırmızı-kahverengi odak (picana/hafif kabarık benek), bazen kanama çevresinde soluk halka, nadiren ülser bulunan lezyonlar şeklinde görülür.

· Biyopsi elektrik uygulamasından sonraki 4-20 gün arasında kesin sonuçlar vermekte olup, mutlaka biyopsi yapılmalıdır.

· Biyopsi, insizyon, punch (zımba), shave (tıraşlama) yöntemlerinden biri uygulanarak ayak parmak araları, el sırtı, ayak bileği, el bileği, karın duvarı, dudak mukozası, göğüs duvarında olabilecek lezyonların aranmasında kullanılmalıdır.

RAPOR

· Hekim önyargılı olmamalı ve kendini baskı altında hissetmemelidir.

· İşkence raporu verebilecek eğitime, klinik, laboratuvar olanaklarına sahip olmalıdır.

· Adli tıp uzmanı, ortopedist, psikiyatrist, nörolog, iç hastalıkları uzmanı, diş hekimi gibi konsültan yardımı alabilmelidir.

· Raporda ortak (tıp-yargı) terminoloji geliştirilerek kullanılmalı, hukukçularca okunabilip anlaşılmalıdır.

· Açık, anlaşılır, basit bir yazı, dil ve üslup, renkli fotoğraf, tablo ve şekiller kullanmalıdır.

Yorum

· Tüm bulgular anamnezdeki öykü, yakınma ile birlikte değerlendirilmeli aralarında bilimsel nitelikli ilişki kurulmalıdır.

· Bulgu yoksa bu kişinin işkence görmediği biçiminde değil, ancak “fiziksel olarak işkence iddiasını destekleyecek bulguya rastlanmamıştır” biçiminde ifade edilmeli, örneğin elektrik akımının az şiddette veya kısa süreli verilmesinin muhtemel olduğu ve böylelikle kanıt bulunamayacağı belirtilmelidir.

· Kaza veya kasıt yorumu yapılırken; “olası” (%50-99) ve “kesin” (>%99) terimlerinin kullanılmasına bilimsellik kazandırılması; %90-95’den fazla olasılığın diagnostik, patognomonik olarak değerlendirilmesi uygun olacaktır.

Rapor Düzenlenmesi:

· Sağlık Bakanlığı’nın 13.4.1995 tarih ve 6065 sayılı genelgesi gereğince: Adli tabiplik hizmetleri verilirken standart “Adli Rapor Formu” kullanılmalı;

· Adli tıp raporların ilgili savcılığa güvenli bir şekilde ulaşması sağlanmalı ve bu raporun içeriği hakkında kolluk güçlerinin bilgi sahibi olmamaları için gerekli önlemler alınmalıdır.

TÜRKİYE’DE UYGULANDIĞI BİLDİRİLEN

İŞKENCE YÖNTEMLERİ

Dayak, soğuk su, elektrik verilmesi, genital organlara elektrik verilmesi, askı (çarmıh-kollar iki yana doğru açık, kasap askısı-kollar yukarıda eller birbirine bağlanmış, Filistin askısı- kollar arkada eller birbirine bağlanmış biçimde değişik askı yöntemleri), göz bağlama, ayakta bekletme, ağır bedensel aktivasyonlara zorlama, hakaret, falaka, başa yönelik sistematik darbeler, öldürme tehdidi, cinsel taciz, tecavüz, hücrede tecrit, aç ve susuz bırakma, yalancı infaz, saç-sakal-bıyık yolma, işeme ve dışkılamayı engelleme, soğuk zeminde bekletme, buz uygulaması (blok halde veya torba içinde buz parçacıkları ile) işkence sesleri dinletme ya da seyrettirme, tüm vücut açıklıklarına (kulak, burun, ağız, anüs, vajen, üretraya) yabancı cisim uygulaması, haya burma, uyumanın engellenmesi, lastik içine sokma, arkadaşının öldürülüşünü seyrettirme olarak bildirilmiştir.

LEZYONLAR

İşkence diğer travma biçimlerinden temel bir ayrılık göstermektedir. Tüm şiddet içeren davranışların sonucunda görmeyi beklediğimiz ve şiddet uygulanmasının delili olarak değerlendirdiğimiz lezyonları bir işkence olgusunda görebilmek pek de olanaklı olmadığı gibi, dikkatli ve sistematik bir işkence uygulamasında teknik iyi kullanılmışsa hiçbir lezyon görülmeyebileceği bilinmelidir. Öyküde anlatılan işkence boyutu ile ortaya çıkabilecek belirtiler ve saptanan bulguların yoğunluğu da doğrudan ilişkili olmayabilir. Bu bağlamda işkence iddiası ile başvuran bir hastanın yüzeyel bir fizik muayene ile değerlendirilmesi negatif raporların artmasına ve hekimin işkenceye katılımının gündeme gelmesine yol açacaktır. Uygulanan işkence yöntemlerine göre değişik tip ve düzeyde lezyonlar meydana gelebileceği göz önüne alınarak, öykünün de ışığında kapsamlı bir muayene sonunda elde edilecek veriler, laboratuvar incelemeleri ile birlikte değerlendirilmelidir.

Künt Travma:

· Abrazyon – sıyrık, kontüzyon - çürük - bere – ekimoz, hematom, laserasyon, fraktür şeklinde lezyonlar görülür.

· Künt travmatik lezyonların niteliği ve oluş zamanına ilişkin bir değerlendirmede, kişinin yaşı, doku özellikleri, ve travmanın şiddetine göre lezyonun değişkenlik göstereceği dikkate alınarak, kesin ve spekülatif yargılardan kaçınılmalıdır.

· Ekimozların cilt altında gevşek bölgelere ve yerçekimine uygun yer değiştirebildikleri ve travma lokalizasyonlarında yanılabilineceği, ayrıca derinde oluşan ekimozların bir süre sonra yüzeyelleşerek görünür hale gelebileceği bilinerek, iddianın olduğu ancak görünür lezyonun bulunmadığı durumlarda birkaç gün sonra tekrar muayene istenmelidir.

· Sıcak - soğuk su tatbiki, ilaç uygulaması gibi tedavilerle iddia konusu lezyonların muayene zamanına kadar iyileşmiş olabileceği de göz önüne alınmalıdır.

Dayak:

· Dayak yemiş kişide çoğunlukla birden fazla yara vardır.

· Kaba dayak şeklinde tanımlanan işkence türünde, olguların % 80'inde kafa travması bulunmakta olup, her zaman ciddi boyutlarda olmamakla birlikte, tekrarlayan kafa travmalarında diffüz aksonal hasar (kanamasız) oluşmasına bağlı kortikal atrofi, ve bazılarında da kafaiçi değişimler de ortaya çıkabilir.

· Düşme veya başın herhangi bir yere çarpma ya da çarptırılması şeklindeki, başın hareketli, künt cismin sabit olduğu travmalarda daha sık olarak beyinde “countre-coupe” lezyon olurken, direkt travmada daha sık olarak travmanın uygulandığı bölgeye uyan beyin hasarı ve/veya kanama gözlenebilir.

· Başa yönelik darbelerden sonra geç dönemde, sürekli baş ağrısı yakınması ile başvuran hastanın muayenesinde, bu bölgenin dokunmakla ağrılı olduğunu ifade edebilir ve palpasyonla “galea aponeurotica” da yaygın veya lokal yapışıklık gözlenebilir.

· Cilt bütünlüğünü bozacak nitelikte bir travmada ise skarlar saptanabilir.

· Gövdeye yönelik darbelerde sırt ve travma uygulandığı belirtilen kısımlara uyan kas ağrıları yakınmaları ile gelen hastada, eklem hareketlerinde kısıtlılık, yapışıklıklar, tendinit, bursit, kırık sekelleri, skarlar gözlenebileceği gibi fibrozit sendromu gelişebilir.

Falaka:

· Ayak, el ve kalçalara sistemli ve yinelenen künt travma uygulanması şeklinde bir işkence yöntemidir.

· Bu bölgelerde uygulanan travmaya bağlı ödem ve ekimoz oluşumuna ek olarak, el ve ayakların sabitleştirilmesi amacıyla bağlanması nedeniyle bağ uygulanan kısımlarda da sıyrık ve ekimozlar oluşabilmektedir.

· Ağrı ve yürüme güçlüğü yakınması ile gelen hastada geç dönemde yapılacak muayenede, plantar yastıkçıklarda düzleşme, palpasyonla tarsal kemiklerde fiksasyon veya instabilite, birinci parmağın 700’den fazla dorsifleksiyonu, tabanda gerginlik, “aponeurositis plantaris” pedis oluşumu, ön tibiyo-fibular bağ ve interosseoz bağların instabilitesi gözlenebilir.

· Sintigrafide pozitif tutulum, bu bölgeye yönelik travma için önemli bir bulgu olmakla birlikte, pozitif tutulum olmaması da travma olmadığının delili olarak kabul edilmemelidir.

Haya burma:

· Skrotal bölgenin ezilmesi, burulması, çekilmesi veya bu bölgeye direkt travma şeklindeki işkence yöntemi uygulanmış kişilerde genital muayenede skrotal bölgede hassasiyet, hiperemi, ödem ve ekimozlar görülebilir. Dinamik sintigrafi bulguları tanı için değerlidir.

AskI:

· Askı genellikle l5-20 dakika sürerse de 1 saat veya 4-5 saat şeklinde ifadeler de bulunmakta olup, kurban tarafından süre tanımlaması işkence sırasında zaman mekan oryantasyonunun bozulması sık görülen bir bulgu olduğundan sübjektiftir.

· Askı işkencesi uygulanan kişilerde, omuz hareketlerinde zorlanma, ağrı, kısıtlılık, kol ve el hareketlerinin sınırlanması, elde genel veya lokal uyuşukluk, yanma, his ve hareket kayıpları ortak yakınmalar olarak gözlenebilir.

· Erken dönemde omzun ultrasonografik incelemesinde ödem görülebilir.

· Brakiyal pleksus traksiyon veya kompresyonla leze olduğunda; ellerde proksimal-distal kuvvet kaybı ve duyu kusuru, derin tendon reflekslerinde kayıp, el distalinde atrofi gelişmekte olup; genellikle reversibl bir hasar söz konusudur.

· EMG incelemesinde aksiller sinir proksimalinde lezyon, bir veya iki yanlı pleksopati saptanabileceği gibi askı uygulaması dikkatli yapıldığında EMG bulgusuna yol açmayabilir.

· Kişinin yakınmaları, dikkatli bir kas-iskelet sistemi muayenesi ve nörolojik muayene aydınlatıcı olabilir.

Pozİsyonal İşkence:

· Tendonlara, bağlara ve kaslara yönelik papağan duruşu, muz duruşu, domuz bağı gibi yöntemler uygulanarak yapılır.

· Yakınmalar da bu duruş özelliği ile ilişkili olarak, ilgili bölgede ağrı, hareket kısıtlılığı şeklinde tanımlanmaktadır.

· Domuz bağı uygulaması sırasında asfiktik ölümler gözlenebilir.

ELEKTRİK:

· Elektrik akımı vücudun çok değişik bölgelerine bağlanan elektrodlar aracılığı ile verilir.

· Ağrının yanı sıra şiddetli kas kontraksiyonlarına neden olarak, hastanın soluğunun kesilmesi gibi korku verici durumlar yaratır ve pek az iz bırakır ya da hiç iz bırakmaz.

· Elektrik uygulaması sırasında iz bırakılması engellenmemişse, genellikle 1-3 mm çapında küçük bir ben büyüklüğünde kırmızı kahverengi dairesel bir lezyon oluşmakta olup lezyonun görülebilmesi için öyküyle uyumlu vücut bölgelerinin çok dikkatli incelenmesi gerekmektedir.

· Lezyon saptanan bölgeden biyopsi alınarak histopatolojik inceleme yapılması sağlanmalıdır.

· Elektrik akımı vücudun her yerinden uygulanabilmekle birlikte, sıklıkla uygulandığı yerler, vücudun sağ yanı, her iki el ve ayak parmakları ile genital bölgeler olup serbest elektrot göbek çevresi, meme uçları, boyun, koltuk altı, kulak kepçesi, dudak ve ağız boşluğu başta olmak üzere tüm vücutta gezdirilmektedir.

· Genital bölge elektrik uygulamasında en sık kullanılan bölge olduğundan öyküde de belirtiliyorsa muayenede elektrik pikürü dikkatle aranmalıdır.

· Elektrik akımı iki elektrot arasındaki en kısa yolu izlediğinden ortaya çıkan semptomlar da bu özellik ile uyumlu olup sağ ayak parmağı ile genital bölge elektrotların yerleştirildiği bölgeler olduğunda, sağ uyluk ve baldır kaslarında ağrı, kasılma ve kramp yakınmaları olacaktır.

Dental İşkence:

· Diş kırma, çekme, elektrik verme biçiminde olabilmekte olup, kayıp, kırılmış diş, dişetinde şişme, kanama, ağrı, gingivit, stomatit, mandibuler fraktürler, dolguların düşmesi şeklinde lezyonlar görülebilir.

· Yüze alınan darbeler ve verilen elektrik akımına bağlı kas spazmları nedeniyle temporomandibular eklemde ağrı, çene hareketlerinde kısıtlılık ve bazı durumlarda bu eklemde luksasyonla tanımlanan temporo-mandibular eklem sendromu görülebilir.

· İşkenceye maruz kalan kişinin diş sorunları ile işkence arasındaki ilişkiyi kurması genellikle güç olduğundan öykü anlamlıdır.

Asfİksİ:

· Başa plastik torba geçirme, ağız ve burnun kapatılması, ası, boyna kol ile bası veya bağ uygulanması, sıvı ortama batırma gibi yöntemlerle solunumun engellenmesi söz konusu olabilir.

· Asfiksi bulguları dikkatlice aranmalıdır.

· Gözaltında meydana geldiği bildirilen asılarda dikkatli olunmalı, kesinlikle ve mutlak olarak otopsi uygulanmalı, otopside Adli Tıp Uzmanının hazır bulunması sağlanmalıdır.

PSİKOLOJİK SEKELLER:

· İşkencenin amacının yalnız bilgi almanın ötesinde, kişiliği parçalamak olduğu belirtilmekte olup, bu kapsamda bir olayda, özellikle insan eliyle oluşturulmuş travmalar sonrası kişilerde psikolojik sekeller kalmaktadır.

· İşkence sonrası fiziksel travmaya ait bulguların zaman içinde ortadan kalkması veya hiç bulgu oluşmaması söz konusu iken, psişik travmaya bağlı bulguların uzun süre izlenebilmesi mümkündür.

· İşkence uygulaması için önemli bir kanıt oluşturabilecek psikolojik sekellerin saptanabilmesi için ayrıntılı bir psikiyatrik muayene gereklidir.

· Travma sonrası kişilerde posttravmatik stres bozukluğu, major depressif hastalıklar ortaya çıkmakla birlikte, spesifik tanıya yönelik kriterlerin tümünü bir arada görmek her zaman mümkün olmayıp, işkence sonrası sıklıkla görülen semptomlar; uyku bozuklukları, genel irritasyon bulguları, endişe hali, korku, genel veya özgül amnezik durumlar, konsantrasyon güçlüğü, olayla ilgili anlık geri dönüşler, yoğun güvensizlik, olayı anımsatan süreçlerden kaçınma, iştahsızlık, yaygın baş ağrıları -fizik travma ile ilişki kurulamadığında-, cinsel işlev bozuklukları, umutsuzluk ve çaresizlik duyguları ve anhedonidir.

· İşkenceye maruz kalanlarda 1-2 hafta sonrasına kadar saptanabilen kesikler, kanamalar, laserasyonlar, kırıklar, çıkıklar, eklem gerilmeleri, hemoptizi, pnömotoraks, cinsel işkenceye bağlı yaralanmalar, sigara yanıkları, elektrik yanıkları akut lezyonlar olarak değerlendirilirken, akut lezyonların sekelleri olarak yara-elektrik-termal yanık skarları, iskelet deformiteleri, diş hasarları, saç kayıpları, fibrositler gibi fizik bulgular, lokal ağrılar (sırt, baş,..), GİS yakınmaları gibi sübjektif yakınmalar, cinsel işlev bozukluğu ve, psikolojik sekeller aylar ve yıllar sonra bile görülebilir.

EZİYET

Bir kişi veya topluluk tarafından, bir kişi veya topluluk üzerinde, işkence metotları ile gerçekleştirilen eylemler eziyet olarak adlandırılmaktadır. Konu ile ilgili olarak TCK’ nda yer alan 96. maddede; “Bir kimsenin eziyet çekmesine yol açacak davranışları gerçekleştiren kişi hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Yukarıdaki fıkra kapsamına giren fiillerin çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı veya üstsoy veya altsoya, babalık veya analığa ya da eşe karşı işlenmesi halinde, kişi hakkında üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur”

SOYKIRIM

TCK’ nun 76. maddesinde soykırım; “Bir planın icrası suretiyle, millî, etnik, ırkî, dinî veya bunlar dışında bir özellikle belirlenen bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı kasten öldürme, kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme, grubun, tamamen veya kısmen yok edilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması, doğumların zorla engellenmesi, çocukların zorla başka yerlere götürülmesi fiillerden birinin işlenmesi” olarak tanımlanmış ve “soykırım suçu failine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verileceği,.bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunacağı, bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemeyeceği” hükmüne yer verilmiştir.

Bu maddeye bağlı olarak, TCK’ nun 77. maddesinde, “bir plan doğrultusunda; siyasal, felsefî, ırkî veya dinî saiklerle nüfusun sivil bir grubuna karşı sürgün etme, tutsaklaştırma, kitlesel biçimde ve sistemli olarak kişilerin öldürülmesi, insanların kaçırıldıktan sonra yok edilmeleri, insanları işkence veya insanlık dışı işlemlere veya bireysel biyolojik deneylere tâbi kılma, cinsel saldırıda bulunma, zorla hamile bırakma, zorla fuhşa sevk etme eylemlerini işleyenlere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir. Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur. Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez” denilmektedir.

GÖÇMEN KAÇAKÇILIĞI VE İNSAN TİCARETİ

TCK’ nunda, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti de yasaklanmakta olup; TCK’ nun 79. maddesinde “Doğrudan doğruya veya dolaylı olarak maddî menfaat elde etmek maksadıyla, yasal olmayan yollardan; bir yabancıyı ülkeye sokan veya ülkede kalmasına ya da Türk vatandaşı veya yabancının yurt dışına çıkmasına imkan sağlayan kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis ve on bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. Bu suçun bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek cezalar yarı oranında artırılır. Bu suçun bir tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, tüzel kişi hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur”; TCK’ nun 80. maddesinde “Zorla çalıştırmak veya hizmet ettirmek, esarete veya benzerî uygulamalara tâbi kılmak, vücut organlarının verilmesini sağlamak maksadıyla, tehdit, baskı, cebir veya şiddet uygulamak, nüfuzu kötüye kullanmak, kandırmak veya kişiler üzerindeki denetim olanaklarından veya çaresizliklerinden yararlanarak rızalarını elde etmek suretiyle kişileri tedarik eden, kaçıran, bir yerden başka bir yere götüren veya sevk eden, barındıran kimseye sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis ve on bin güne kadar adli para cezası verilir. Bu amaçlarla girişilen ve suçu oluşturan eylemler var olduğu takdirde, mağdurun rızası geçersizdir. On sekiz yaşını doldurmamış olanların aynı maksatlarla tedarik edilmeleri, kaçırılmaları, bir yerden diğer bir yere götürülmeleri veya sevk edilmeleri veya barındırılmaları hâllerinde suça ait araç fiillerden hiçbirine başvurulmuş olmasa da faile sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis ve on bin güne kadar adli para cezası verilir. Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur” şeklinde karara bağlanmıştır.

AÇLIK

Açlık; gıdadan tamamen veya kısmen mahrum kalma ya da uygun olmayan protein ve vitaminlerden eksik gıda alımı sonrası ortaya çıkan bir tablo olup; akut açlık gıdaların tamamen kesilmesi durumunda, çukurlar, maden ocakları,heyelân altında kalma, çöl veya ormanda kaybolma, gemi kazazedesi olma gibi durumlarda; kronik açlık, toplama kamplarında, savaşlarda, kıtlıklarda, açlık grevlerinde, ailelerin ekonomik yetersizlikleri nedeniyle görülür.

Çocuklar kastî olarak aç bırakılabilmekte, konjenital ve edinsel hastalıklardan bazıları da beslenme bozukluğuna neden olabilmekte, bunlarda iştahsızlık ve anoreksia gibi bulgular ve özellikle bebeklerde ağız içi yaralar nedeniyle gıdanın reddi söz konusu olabileceği gibi, malnütrisyonlara ve gastroenteritlere bağlı olarak alınan gıdanın kana geçememesi durumu da söz konusu olabilmekte, gebelik ve alkolik ketoasidoz açlığın etkilerini şiddetlendirebilmektedir.

AÇLIĞIN DÖNEMLERİ

ABSORBSİYON DÖNEMİ:

Protein depoları hızla mobilize olur. Bunlar karaciğerde glikoza dönüşür ve beyne enerji sağlar. Daha sonra protein kullanımı azalır. Yağ tamamen tükenince protein kullanımı yeniden hız kazanır. Vücut proteinlerinin %30-%50 sinin tükenmesi, yağ mobilizasyonu yeterli olsa dahi ölümle sonuçlanır.

ABSORBSİYON SONRASI DÖNEM:

Sürekli ve devam eden açlıktan sonraki 9 ila 15 nci saatlerde, yağ asitleri trigliserid rezervlerinden serbestleşir.

KISA SÜRELİ AÇLIK:

4 ile 7 günlük sürelerdeki açlıktır. Ketogenezis, Glikogenoliz, Glikoneogenezis hızlanır.

UZUN SÜRELİ AÇLIK:

2 hafta veya daha fazla süren açlıktır. Bu dönemin ilk bölümünde, vücut günlük glikoz miktarını muhafaza etmeye çalışır. Bunu, proteinlerin harcanması pahasına, yağ rezervlerini koruyarak sağlar.

KRONİK AÇLIKTA GÖRÜLEN DEĞİŞİKLİKLER

Kronik açlık bulguları; kendini iyi hissetmeme, açlık, açlık krampları, mental ve bedensel letarji, kolay yorulma, ilk 6 ayda hızlı ve gittikçe ilerleyici kilo kaybı, poliüri, kaşeksi (vücut ağırlığının % 40 ı seviyesine kadar kilo kaybı), hipotermi, soğukta periferik vaskular staz ve hipotansiyon, şiddetli letarji, belirgin mental retardasyon, ilk önce ayaklarda ve alt ekstremitede görülen ödem, diyare, dizanteri, tüberküloz, gibi enfeksiyon hastalıklarına karşı direnç azalması, Wernicke-Korsakoff Sendromu gelişimi, kan şekeri, klorürler ve kolesterolde azalma, kandaki nonprotein azotta yükselme olarak tanımlanmaktadır.

AÇLIK GREVLERİNDE HEKİM TUTUMU

· Açlık grevlerinde hekimlerin izlemesi gereken prosedür, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi' nin 5739-90 sayı 12.11.1990 tarihli genelgesi, Dünya Tabipler Birliği’ nin Tokyo Bildirgesi, TTB'nin 1994 Aralık tarihli bildirgesi, Adalet Bakanlığı Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Genel Müdürlüğü'nün 6.12.1993 tarih 52530 sayılı yazısı, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif evleri Genel Müdürlüğü 7.4.1993 gün 12796 sayılı yazısı, Adalet Bakanlığı Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Genel Müdürlüğü’nün 1.12.1993 gün, 51420 sayılı yazısı, Tabip Odalarının görüşleri çerçevesinde belirlenmiştir.

· Açlık grevindeki kişinin sağlık durumu ile ilgili bir kart çıkartılmalı, kişinin ayrıntılı bir tıbbi öyküsü alınmalı, tam bir fizik muayene yapılmalı, hangi gün (1. gün görmesi tercih edilir) kişiyi gördüyse; genel durum, kilo, tansiyon, nabız vb. bulguları karta işlenmelidir.

· Açlık grevindeki kişiye, açlık grevinin olası sağlık sorunları anlatılmalı, vücut bakımının düzenli yapılması gerektiği konusunda bilgi verilmelidir (diş, ayak, vücut, tuvalet bakımı gibi).

· Açlık grevindeki kişi her gün görülmeli, gereken muayeneleri yapılmalı, sonuçları karta işlenmeli, olanak varsa, kan ve idrar tahlillerini yaptırılmalı, özellikle kalp, böbrek, karaciğer, mide, endokrin hastalıkları olanlara, açlık grevinin daha fazla tahrip edici etkileri olduğunu anlatılmalıdır.

· Açlık grevi ölüm orucu niteliğinde değilse, kişilere alabileceği kadar ağızdan su, tuz, (beş bardak suya 1 çorba kaşığı), şeker (beş bardak suya 1 tatlı kaşığı) alması söylenmeli, bu maddelerin alınması konusunda tıbbi rapor düzenlemeli, dilerse tuz ve şeker almasına izin verilmeli, tuz-şeker kısıtlaması yapılmamalı, kişinin durumu kötüye gittiğinde durum kendisine iletilmeli.

· Açlık grevi yapan kişi direnci düşeceği için sessiz, havalandırması iyi, ılık ve hafif nemli bir yerde, çok fazla fiziksel aktiviteye tabi tutulmaksızın bulunabilmesi sağlanmalı, bu amaçla rapor düzenlenmelidir.

· Açlık grevinin 1. haftasından itibaren, olası acil durumlar için açlık grevindeki kişileri bilgilendirmeli ve gerekli hazırlıkları yapmalı, yapılan muayenelerde, sağlık açısından kritik bir durum ortaya çıktığında tutuklu/mahkum derhal hastaneye sevk edilmelidir.

· Açlık grevini bırakan kişiler, hemen normal beslenmeye alınmamalı, grevde kaldığı süreyle paralel olarak gerekirse damardan sıvı verilmesi şeklinde azar azar, yumuşak basit gıdalarla beslenmeli, özellikle ilk 3 gün karbonhidrattan zengin, ama kalorisi yüksek olmayan, hafif katı besinlerle beslenmeye başlanılıp, giderek karbonhidrat miktarı azaltılarak, protein ve yağ oranları yükseltilip kalori yavaş yavaş arttırılmalı, normal beslenmeye 5 günden önce geçilmemelidir.

· Açlık grevi sonrası oluşan enfeksiyon, bilinç bulanıklığı, derin anemi vb. durumlar özel olarak değerlendirilmelidir.

Açlık grevinde bulunan kişinin sağlığının sorumluluğu büyük ölçüde hekimin üzerinde olup hekime bu çerçevede tıp-dışı gerekçelerle baskı yapılması engellenmelidir.

Açlık grevlerinde ölüm tehlikesi bulunan kişilerden bilincinin yerinde olduğu başka bir hekim raporu ile kanıtlananlara riskler anlatılmalı ve aşağıda verilen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’ un 82. maddesinde tanımlanan unsurlar geliştiğinde, tıbbi müdahalede bulunulmalıdır.

13.12.2004 KABUL TARİHLİ, 5275 SAYILI

CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUN

HÜKÜMLÜNÜN KENDİSİNE VERİLEN YİYECEK VE İÇECEKLERİ REDDETMESİ

Madde 82:

1) Hükümlüler, hangi nedenle olursa olsun, kendilerine verilen yiyecek ve içecekleri sürekli olarak reddettikleri takdirde; bu hareketlerinin kötü sonuçları ile bırakacağı bedensel ve ruhsal hasarlar konusunda ceza infaz kurumu hekimince bilgilendirilirler. Psiko-sosyal hizmet birimince de bu hareketlerinden vazgeçmeleri yolunda çalışmalar yapılır ve sonuç alınamaması hâlinde, beslenmelerine kurum hekimince belirlenen rejime göre uygun ortamda başlanır.

2) Beslenmeyi reddederek açlık grevi veya ölüm orucunda bulunan hükümlülerden, birinci fıkra gereğince alınan tedbirlere ve yapılan çalışmalara rağmen hayatî tehlikeye girdiği veya bilincinin bozulduğu hekim tarafından belirlenenler hakkında, isteklerine bakılmaksızın kurumda, olanak bulunmadığı takdirde derhâl hastaneye kaldırılmak suretiyle muayene ve teşhise yönelik tıbbî araştırma, tedavi ve beslenme gibi tedbirler, sağlık ve hayatları için tehlike oluşturmamak şartıyla uygulanır.

3) Yukarıda belirtilen hâller dışında, bir sağlık sorunu olup da muayene ve tedaviyi reddeden hükümlülerin sağlık veya hayatlarının ciddî tehlike içinde olması veya ceza infaz kurumunda bulunanların sağlık veya hayatları için tehlike oluşturan bir durumun varlığı hâlinde de ikinci fıkra hükümleri uygulanır.

4) Bu maddede öngörülen tedbirler, kurum hekiminin tavsiye ve yönetimi altında uygulanır. Ancak, kurum hekiminin zamanında müdahale edememesi veya gecikmesi hükümlü için hayatî tehlike doğurabilecek ise, bu tedbirlere ikinci fıkrada belirtilen şartlar aranmaksızın başvurulur.

5) Bu madde uyarınca hükümlülerin sağlıklarının korunması ve tedavilerine yönelik zorlayıcı tedbirler, onur kırıcı nitelikte olmamak şartıyla uygulanır.

Hiç yorum yok: