17 Ekim 2006

3 TIBBİ HUKUK VE HEKİMİN YASAL SORUMLULUKLARI

3

TIBBİ HUKUK

VE

HEKİMİN YASAL SORUMLULUKLARI

SORUMLULUK, SUÇ VE CEZA KAVRAMLARI

Sorumluluk hukukun vazgeçilmez bir unsurudur. Toplum düzenini sağlayabilmek için mutlaka sorumlulukları düzenleyen bazı kuralların olması gerekir. Hukuksal sorumluluğa aykırı davranışlar veya başka bir tanımlama ile ceza hukukunda yasaklanan eylemlerin yapılması suç olarak nitelendirilir ve cezai yaptırımları beraberinde getirir. Ceza ise toplumun suçlulara karşı korunması, suçluların ıslah edilmesi ve cezalandırılmasının yanı sıra, bireyin daha fazla hata yapmasının ya da diğer bireylerin aynı hataya sürüklenmelerinin önünde caydırıcı bir rol oynar.

Hekimlik eski çağlardan günümüze ulaşan en eski mesleklerden biri olup; MÖ 1700 yıllarında bile Hammurabi Kanunları aynı zamanda hekimlerin hakları ve yükümlülüklerini belirleyerek, hastasını öldüren veya yaralayan hekimin sorumluluklarını ortaya koymuştur.

Günümüzde, hekimlik uygulamalarının sınırları, gerek ulusal, gerekse uluslararası düzeyde bir çok yasa ve yönetmelikle belirlenmektedir. Hekim, hukuk devleti ilkesinin gereği olarak mesleki uygulamasından hukuk prensipleri önünde sorumludur. Tüm meslekler arasında insan ile en yakın ilişkisi bulunan hekimlik mesleğinin, bu nedenle yasal sorumluluğu da oldukça fazladır. Hayati konularda acil karar vermek zorunda olan sağlık personelinin sağlam bir hukuk bilgisine sahip olması gerekir. Her gün tıpta yeni gelişmeler meydana gelmekte, buna paralel olarak hukuk kurallarında da değişiklik olmaktadır. Hekimlerin kendileriyle ilgili yasaları ve yaptırımları bilmemeleri, onları sorumluktan kurtarmaz. Türk Ceza Kanununun 4. maddesine göre “ceza yasalarını bilmemek mazeret değildir”.

SORUMLULUĞUN TİPLERİ

CEZA SORUMLULUĞU

Anayasamızın 38 maddesinde ve TCK (Türk Ceza Kanunu)’ nun 20. maddesinde “ceza sorumluluğunun şahsi olduğu” belirtilmekte ve yine TCK’ nun 20., 21., 22. ve 23. maddelerinin yorumlanmasına ilişkin ceza hukuku kavramı çerçevesinde “kusursuz ceza olamayacağı” bildirilmektedir. Kişinin bir eylemden dolayı sorumlu tutulabilmesi için en azından taksir ile hareket etmesi gereklidir. Sonuç öngörülebilir değilse, kişi kendisinden beklenen özeni gösterse bile netice meydana gelebiliyor, dikkat ve özene rağmen fiilin meydana gelmesine engel olunamıyorsa bu gibi neticeleri doğurabilecek hareketlerden çekinmesi hiç kimseden istenemeyeceği için ortada kusurluluk dolayısıyla sorumluluk yoktur.

Bir kişinin, bir suçtan sorumlu tutulabilmesi için 5 unsur söz konusudur. Bunlar;

1. Kişinin kişilik haklarına yönelik bir fiil yapılması,

2. Fiilin hukuka aykırı olması,

3. Fiili işleyen kişinin kusurunun bulunması,

4. Fiil sonucu zarar oluşması,

5. Zarar ile eylem arasında illiyet (nedensellik) bağı olmasıdır.

Kusurluluğun 2004 yılında kabul edilen TCK tanımlamalarına göre kast, olası kast, taksir, bilinçli taksir olarak dört türü vardır. Her dört kusur tipinde de ortak olan fiilin işlenmesidir. Dolayısıyla suçlar da kasıtlı, olası kasıtlı, taksirli veya bilinçli taksirli suçlar olmak üzere dörde ayrılabilir.

Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir (TCK 21/1. madde). Kasten öldürme (TCK 81. ve 82. maddeleri) ile kasten yaralama (TCK 86. ve 87. maddeleri) suçları bu tip suçlardandır. Kişinin başka bir kişiyi ona silah yöneltip öldürme kastıyla ateş edip öldürmesi, bir kişinin yaralamak amacıyla başkaları üzerine araç sürüp, onları yaralaması kasıtlı suçlar kapsamında değerlendirilir.

Olası kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların öngörülerek gerçekleştirilmesidir (TCK 21/2. madde). Bir düğün salonunda havaya ateş etmekte olan kişinin bir süre sonra silah üzerindeki hakimiyetini kaybetmesine rağmen ateş etmeye devam etmesi, bir süre sonra silahın yatay pozisyona gelmesiyle bir başka şahsı alnından vurması veya kırmızı ışık yandığını gören ancak buna rağmen geçmeye devam eden bir araç sürücüsünün, yeşil ışıkta geçmeye çalışan yayalara çarparak ölümlerine sebebiyet vermesi örneklerinde olduğu gibi, kişi olacak sonucu öngörmüş, ancak kişi fiili işlemeye devam etmiştir. Olası kast çerçevesinde değerlendirilebilecek başka bir suç tanımlaması; “Kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi” dir (TCK 83/3). Bu suç, kast ve taksir arasında bir bölgeyi işgal etmektedir. Kişinin yükümlü olduğu belli bir uygulamaya yönelik (icrai) davranışı gerçekleştirmemesi dolayısıyla meydana gelen ölüm neticesinden sorumlu tutulabilmesi için, bu neticenin oluşumuna sebebiyet veren yükümlülük ihmalinin, uygulamaya yönelik (icrai) davranışa eşdeğer olması, ihmali ve icrai davranışın eşdeğer kabul edilebilmesi için kişinin belli bir icrai davranışta bulunmak hususunda kanuni düzenlemelerden veya sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması, önceden gerçekleştirdiği davranışın başkalarının hayatı ile ilgili olarak tehlikeli bir durum oluşturması, ve sonuçların öngörülmüş olması (taksirden farkı) gereklidir. Araç muayenesi yaptırması yasalarda belirtilmiş olmasına rağmen, aracının muayenesini yaptırmayan, freninin bozuk olduğunu bilen, aracının freninin boşalabileceğini ve birilerinin yaralanması ya da ölmesine neden olabileceğini öngörebilen bir kamyon şoförü, başka bir önlem almaksızın yokuş aşağı aracını park edip, araçtan indikten sonra, kamyonun freni boşalıp, birilerinin ölümüne neden olmuş ise ihmali davranış sonucu kasten öldürme fiilinden yargılanacaktır.

Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesinin öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi (TCK 22/2. madde), bilinçli taksir kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın neticenin meydana gelmesi olarak tanımlanmaktadır (TCK 22/3. madde). Taksirde işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir (TCK 22/4. madde). Taksirle öldürme (TCK 85. madde) veya taksirle yaralama (TCK 89. madde) bu tip suçlardandır. Taksirin oluşabilmesi için icrai veya ihmali bir hareket varlığı, failin, kendi yetenekleri, algılama gücü, tecrübeleri, bilgi düzeyi ve içinde bulunduğu koşullar altında, objektif olarak, varolan dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirebilecek durumda olması, tüm bu şartlara rağmen gerekli dikkat ve özen eksikliğine bağlı olarak, yükümlülüğe aykırı davranış neticesinde, öngörülmemiş ve suç tanımında yer alan bir sonucun ortaya çıkması gereklidir. Bir kavşakta kendisine yanan kırmızı ışığı yeterince özen göstermediğinden dolayı görmeyen ve yoluna devam eden sürücünün, yayalara çarpıp yaralaması veya öldürmesi taksirli suç kavramı içerisinde değerlendirilebilir iken, aynı sürücünün yeterince uykusunu almadan yola çıktığının belirlenmesi durumunda, bilinçli taksir kavramı söz konusu olabilecektir.

Hekimler, henüz yasalaşmamış olmakla birlikte; Tıbbi Yanlış Uygulama (Tıbbi Malpraktis) Kanun Taslağı çerçevesinde sorumlu olacaklardır. Tıbbi Yanlış Uygulama (Tıbbi Malpraktis) Kanun Taslağı’ nda yer alan düzenlemeler, bu kitap içersindeki ilgili konu başlıkları altında ele alınmıştır.

Yasalarımıza göre; ötenazi “iyileşmesi mümkün olmayan hastanın öldürülmesi ya da tedavisinin kesilerek ölüme terk edilmesi” kasten öldürme suçu olarak değerlendirilmektedir (TCK 81. maddesi).

Bir hekimin, bölgede tek hekim olmasına rağmen, yaralı şahsa müdahale etmeyerek ölümüne yol açması, hekimin olası kast ile ölüme yol açma - kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi (TCK 83. maddesi) suçlamaları ile yargılanmasına neden olacaktır.

Genellikle sağlık mensuplarının mesleklerini uygularken neden oldukları yaralanma ya da ölüme sebebiyet suçları, taksirli suçlardan olup; TCK’ nun 85. ve 89. maddeleri kapsamında değerlendirilir.

Bir cerrahın yapmaması gerektiğini bildiği halde üreteri, önemli bir siniri veya arteri kesmesi ya da ameliyat sahasında pens, makas, gazlı bez unutması; penisilin testi yapan bir doktorun, test dozunda dahi anaflaksi gelişebileceğini tahmin ederek, yanında aşırı duyarlılığın yan etkilerini önleyici gerekli ilk yardım malzemelerini bulundurmak yükümlülüğüne rağmen, bunları sağlamayarak hastanın ölümüne neden olmuş olması; yabancı cisim aspire ederek soluksuz kalmış bir kişi karşısında hekimin trakeostomi uygulamayı bilmemesi nedeniyle bu basit cerrahi girişimi uygulayamaması gibi durumlar dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık olarak değerlendirilecek ve hekim hakkında dava açılacaktır.

Sorumluluğun Şartları:

Hekimlerin meslekleri ve uzmanlıkları ile ilgili temel ve klasik bilgilere ve genel tıp kurallarına göre hareket etmeleri gerekir. Hekim, meslekte herkesin bildiği ya da bilmesi gereken bir konuda açık hata yaparsa sorumlu olur. Tanısı güç durumlarda, tanı yanlışlıkları ve endikasyon hataları her zaman mümkündür. Klinik belirtiler bazen en tecrübeli hekimleri bile yanıltabilir. Bu durumlarda ancak açık bir hata ve ihmal varsa hekim kusurlu sayılabilir. Örneğin, öncelikle biyopsi alınarak, incelenmesi gereken bir kitlenin başka bir nedenle uygulanan ameliyat sırasında maligndir diye bulunduğu organla birlikte çıkarılması hekimi sorumlu kılmaktadır. Günümüz hukuk anlayışında, hekimler ve diğer sağlık personeli çalışmalarını “izin verilen risk” kavramı çerçevesinde yerine getirirler. Bu tanım kapsamında, hekimler, tıbbın kabul ettiği normlar içersinde davrandıkları sürece arzu edilmeyen sonuçlar ortaya çıkmış olsa bile, cezalandırılmamaktadırlar.

Taksirin Derecesinin Ceza Sorumluluğuna Etkisi :

Taksirli suçlarda verilecek olan ceza, kusurun derecesine göre belirlenmektedir. Birden fazla kişinin işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Kusur matematiksel olarak ifade edilmemekte olup, kusurluluk hakim tarafından belirlenecektir. Ancak ölümle sonuçlanan bir tıbbi müdahalenin tekniğine uygun olarak yapılıp yapılmadığı hususunda bilirkişi incelemesi gerekmekle birlikte, bilirkişinin yapacağı inceleme işin tekniği ile sınırlı olmalı ve kusurluluk konusunda bilirkişilik sınırları aşılarak hakim yerine değerlendirmede bulunulmamalıdır. Sağlık mensuplarının teknik ve şartlara uygun davranıp, davranmadığının belirlenmesi ceza davalarında Yüksek Sağlık Şurası (YSŞ)’ nca tespit edilir. YSŞ, hekimler hakkındaki adli olaylarda bilirkişilik görevi olan ve hekimlerin mesleğe ilişkin davranış ve durumlarını belirlemeye yetkili tek kuruldur.

Şikayet :

Şikayet, suç teşkil eden belirli bir fiil dolayısıyla suçtan zarar gören kimsenin kovuşturma isteğini açığa vurması ya da suçtan zarar görenin ihbarıdır. TCK 89. maddesi kapsamındaki (bilinçli taksir durumu hariç) taksirli suçlar, ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüdeki kasten yaralama fiilleri (TCK 88.maddesi) kapsamına giren taksirli suçların takibi şikayete bağlanmış; kişilere karşı işlenen diğer suçlarda ise şikayete gerek olmaksızın kamu davası açılacağı belirtilmiştir. Takibi şikayete bağlı olan suçlar için ise TCK 73. maddesine göre 6 aylık süre içinde şikayet gerekmektedir.

HUKUKİ SORUMLULUK

Hekimler mesleki uygulamaları sırasında, kusurlu bir davranışta bulunmaları halinde ceza hukukundan ayrı olarak özel hukuk yönünden de sorumlu olurlar. Ceza hukukunda hukuka aykırılık devletin cezalandırma hakkının kullanılması; özel hukukta ise zarar görenin zararının tazminiyle sonuçlanmaktadır. Bir kimseyi bile bile ya da özen ve dikkat eksikliği yoluyla zarara uğratan kişi bu zararı ödemekle yükümlüdür. Hukuk davaları ceza davalarının sonucuna bağlı olmadığından Borçlar Kanunu (BK)’ nun 53. maddesi; “ceza sorumluluğu olmayan bir kişinin hukuki sorumluluğu olabilir” hükmünü taşımaktadır. Bir ceza davasından beraat etmiş olabilen kimse hakkında hukuk ve tazminat davaları açılabilir.

Tazminat miktarının kapsamını tespit etmeden önce, zararın gerçek miktarının belirlenmesi gerekir. Genellikle zararın kesin miktarı, zarar görenin mahkemeye sunacağı belgeler ve bilirkişi incelemesi ile ortaya çıkacaktır. Zararın varlığının tartışmasız olduğu ancak, miktarının kanıtlanamadığı hallerde hakim, BK nun 42. maddesi gereğince kendi takdir hakkını kullanarak zarar miktarını tespit edebilir. Hekim hukuksal olarak BK çerçevesinde iki tür sorumlulukla karşı karşıyadır.

1) SÖZLEŞME SORUMLULUĞU:

a) Vekalet Sözleşmeleri (BK 386.madde):

Bir hekimin herhangi bir tedavi ya da ameliyat için yapacağı sözleşme türüdür. Hekimin yapacağı işlem sonucu garanti değildir. Hekimin işinin sonucu olarak öngörülen riskler çerçevesinde olumsuz sonuçlar ortaya çıkabilir. Hekimin yaptığı işlem sonucunda öngörülmeyen durum ortaya çıktığında kusursuzluğunu kanıtlamak hekimin görevidir. Kusursuz olsa bile kusursuzluğunu kanıtlayamıyorsa sorumlu olarak kabul edilir. Hekimler, kendileri direkt sorumlu olmasa bile yardımcılarının fiillerinden (eylemlerinden) mutlak sorumludurlar.

b) Yapıt Sözleşmeleri (BK 355. madde):

Estetik ameliyatlar ve protez yapımı gibi işlemlerde yapılan, hekimin sonuçtan sorumlu olduğu ve yapıtı ayıpsız şekilde teslim etmeyi taahhüt altına alan sözleşmelerdir. Hastanın ya da yakınlarının hekimin yaptığı işlem sonucunda öngörülmeyen durum ortaya çıktığını kanıtlamak ihtiyacı olamayıp sonuç ortadadır.

c) Hizmet Sözleşmeleri:

Aile hekimliği, iş yeri hekimliği gibi uzun süreli hizmetlerin götürülmesi için düzenlenen sözleşmelerdir.

2) HAKSIZ FİİL SORUMLULUĞU:

Sözleşmeye dayalı olmayıp, örneğin bir hekimin yolda rastladığı bir hastaya acil olarak müdahale etmemesi durumunun ya da yanlış acil müdahalede bulunmasından kaynaklanan durumun belirlenmesi veya uzman olmayan hekimlerin muayenehanelerde tehlikeli müdahaleler ve tedaviler yapmaları haksız fiil sorumluluğu kapsamındadır. Hekimin yaptığı işlem sonucunda öngörülmeyen durum ortaya çıktığında kusurlu olduğunu kanıtlamak hastanın ya da yakınlarının görevidir.

Taksirin Derecesinin Tazminat Sorumluluğuna Etkisi :

Hukuk davalarında sağlık mensuplarının teknik ve şartlara uygun davranıp, davranmadığının kusur oranlarının tespiti Yüksek Sağlık Şurası (YSŞ) veya Adli Tıp Kurumu’ nda yapılır. Adli Tıp Kurumu’ nda sağlık çalışanları hakkındaki kusur oranları, İhtisas Kurulları ve Genel Kurul’ da görüşülür. Hekimin kusuru yalnız çalışan bir hekimde olabileceği gibi ekip çalışmalarında da ortaya çıkabilir. Bu taktirde borçlar kanununun 50. maddesine göre kusur oranları ne olursa olsun ekibin verdiği zarar birlikte ödettirilir.

HEKİMLERİN SORUMLULUK ALANLARI

Ülkemizde hekimin çalışma alanı ve sorumluluklarını düzenleyen çok sayıda kanun, tüzük ve yönetmelikler bulunmakta olup; bunlardan en sık kullanılanları; “Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun”, “Umumi Hıfzısıhha Kanunu”, “Türk Tabipleri Birliği Kanunu”, “Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi” dir.

Ayrıca, “Tıpta Uzmanlık Tüzüğü”, “Tababet Uzmanlık Yönetmeliği”, “Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu”, “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun”, “Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği”, “Hususi Hastaneler Kanunu”, “Özel Hastaneler Tüzüğü”, “Tababeti Adliye Kanunu”, “Adli Tıp Kurumu Kanunu”, “Evlenme Muayenesi Hakkında Nizamname”, “Genel Kadınlar ve Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü”, “Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanun”, “Kozmetik Kanunu”, “Nüfus Planlaması Hakkında Kanun”, “Rahim Tahliyesi ve Sterilizasyon Hizmetlerinin Yürütülmesi ve Denetlenmesine İlişkin Tüzük”, “Ödeme Gücü Olmayan Vatandaşların Tedavi Giderlerinin Yeşil Kart Verilerek Devlet Tarafından Karşılanması Hakkında Kanun”, “Türk Kodeksi hakkında Kanun”, “Hemşirelik Kanunu”, “Organ ve Doku Alınması, Nakli ve Saklanması Hakkında Kanun”, “Kalıtsal Hastalıklarla Mücadele Kanunu”, “Radyoloji Radyom ve Elektrikle Tedavi ve Diğer Fizyoterapi Müesseseleri Hakkında Kanun”, “Fizyoterapi ve Bunlara Benzer Müesseseler Hakkında Nizamname”, “Radyoloji Radyom ve Elektrikle Tedavi Müesseseleri Hakkında Nizamname”, “ Şeriri Taharriyat ve Tahlilat Yapılan ve Masli Teamüller Aranılan Umuma Mahsusu Bakteriyoloji ve Kimya laboratuarları Kanunu”, “Şeriri ve Gıdai Taharriyat ve Tahlilat Yapılan ve Masli Teamüller Aranılan Umuma Mahsusu Bakteriyoloji ve Kimya laboratuarları Kanununa Müteferri Olarak Tanzim Olunan Yönetmelik”, “Kan ve Kan Ürünleri Kanunu”, “Kan ve Kan Ürünleri Yönetmeliği”, “Ispençiari ve Tıbbi Müstahzarlar Kanunu”, “Ispençiari ve Tıbbi Müstahzarlar Nizamnamesi”, “Beşeri Ispençiari ve Tıbbi Müstahzarların Tıbbi Tanıtım Yönetmeliği” gibi pek çok yasa, yönetmelik ve tüzük de hekimlerin çalışmaları ve çalışma hayatları ile ilgilidir.

Bunların dışında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, Yüksek Öğretim Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemeleri Kanunu, Türk Medeni Kanunu, Borçlar Kanunu, İş kanunu gibi pek çok yasanın bazı maddeleri de hekimlerin çalışma yaşamlarını ve yürütecekleri görevleri düzenleyen hükümler içermektedir.

Bir tıp fakültesi öğrencisi mezun olup, hekimlik hayatına atıldığında, kendisini 4 tip görev ve sorumluluğun içersinde bulacaktır. Bunlar:

1) Hekimlerin önleyici ve koruyucu hekimlik ile ilgili görev ve sorumlulukları,

2) Hekimlerin tanı koyucu ve tedavi edici hekimlik hizmetleri ile ilgili görev ve sorumluluklar,

3) Hekimlerin adli hekimlik hizmetleri ile ilgili görev ve sorumlulukları,

4) Hekimlerin hizmetin niteliğinden kaynaklanan ve idari hekimlik ile ilgili görev ve sorumluluklar başlıkları altında toplanabilir.

Bu görev ve sorumlulukların yanı sıra hekimlerin, akademik hayatta karşılaştığı sorunlarda vardır. Bunları insanlar üzerinde gerçekleştirdiği bilimsel araştırmalar ve klonlama ana başlıklarında toplamak mümkündür. Bu bölüm de bu konulara da yer verilecektir.

Bu görev ve sorumluluk alanlarının iyi bilinmemesinden dolayı hekimler sıklıkla zor durumda kalmakta; görevlerini yerine getirmemeleri, görevin yerine getirilmesinde yaptıkları yanlışlar veya eksiklikler ya da haklı oldukları durumlarda haklılıklarını savunamamaları veya ispatlayamamaları sonucu idari ya da adli soruşturmalara uğrayıp ceza görebilmekte ve/veya yüklü tazminatlar ödeyebilmektedir.

Bu bölümde, hekimlere ait görev ve sorumluluklar anlatılacak, günlük yaşamda karşılaşabilecekleri yasal sorunlar karşısında sergileyebilecekleri tutumlara ilişkin önemli noktalara değinilecektir.

HEKİMLERİN ÖNLEYİCİ VE KORUYUCU HEKİMLİK HİZMETLERİNE YÖNELİK GÖREV VE SORUMLULUKLARI

Hekimlerin koruyucu sağlık hizmetlerine yönelik sorumluluklarından bazıları; Umumi Hıfzı Sıhha Kanunu hükümlerine göre mezarlıkların yerinin belirlenmesi, defin işlemlerinin düzenlenmesi, ölülerin çıkarılması ve nakli ile ilgilidir.

ÖLÜLERİN DEFNİ

Mezarlıklardan başka yerlere ölü defni yasaktır (UHK 211. maddesi). Önceden belirlenen bazı sıhhi ve fenni özellikleri olan alanlar mezarlık olarak seçilir (UHK 214. maddesi).

Defin ruhsatı alınmadıkça ve ibraz olunmadıkça hiçbir cenaze gömülemez. Defin ruhsatında ölenin kimliği, adresi, ölüm sebebi ve gömülmesine izin verildiği açıkça belirtilir (UHK 215. maddesi).

Defin ruhsatı belediye hekimi olan yerlerde bu tabipler tarafından, belediye tabibinin bulunmadığı yerlerde hükümet tabiplerince (günümüzde sağlık ocağı hekimince) ölünün muayene edilmesinden sonra verilir. Ölümüne sebep olan hastalık sırasında öleni tedavi eden hekimin verdiği ruhsatname, resmi tabipler tarafından tasdik edilmek şartıyla geçerlidir (UHK 216. maddesi).

Hükümet ya da belediye tabipleri gerektiğinde hastayı tedavi eden hekimden ölüm sebebinin saptanması için rapor isteyebilirler. Böyle bir istek yapıldığında o hastayı tedavi eden hekim (müdavi hekim) bu raporu vermek zorundadır (UHK 217. maddesi).

Hastane ve diğer resmi sağlık kurumlarında defin ruhsatı o kurum müdür veya baştabibi tarafından verilir ve usulüne uygun olarak resmi tabiplerce onaylanır (UHK 218. maddesi).

Defin ruhsatı, hekim bulunmayan yerlerde sağlık memurları ve bu iş için yetiştirilmiş memurlarca ölülerin muayeneleri sonrasında, bunların da bulunmadığı yerlerde, jandarma karakol komutanları ya da köy muhtarları tarafından verilir (UHK 219. maddesi).

Defin ruhsatı verenler bu iş için bir kayıt defteri tutarlar. Bu deftere ölenin ismi, adresi, ölüm tarihi, belli ise ölüme yol açan hastalık ve defin ruhsatını verenin adı yazılır. Bu bilgi her ay sonunda toplanarak öbür ayın 15'ine kadar en yakın hükümet tabipliği veya sağlık müdürlüğüne bildirilir. Sağlık kurumlarınca da yerel nüfus idarelerine ihbar olunur (UHK 220. maddesi).

Ölü muayenesinde kaza veya bulaşıcı hastalıktan şüphe edildiğinde, ilgili makamlara haber verilmeden defin ruhsatı düzenlenmez (UHK 221. maddesi).

Mezarlıklarda her mezara bir ölü defnedilir ve mezarlıkların bulunduğu arazinin yapısına göre belirlenecek bir zaman geçmeden, aynı yerde ikinci bir ölünün defnine müsaade edilemez ve bu süre beş seneden az olamaz (UHK 223. maddesi).

Ölülerin defni ile ilgili olarak yine Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirildiği Bölgelerde Hizmetin Yürütülmesi Hakkındaki Yönerge’ nin sağlık ocakları ile ilgili 2/ 7. maddesi’ nde, “Defin ruhsatının belediye hekimleri tarafından, belediye hekimi bulunmayan yerlerde sağlık ocağı hekimleri tarafından, ceset muayene edildikten sonra verileceği” bildirilmiştir.

TCK’ nun 196. maddesinde ise, “ölü gömülmesine ayrılan yerlerden başka yerlere ölü gömen veya gömdüren kişinin, altı aya kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı” belirtilmektedir.

Defin ruhsatı (gömme izin belgesi) tanziminde dikkat edilecek önemli noktalar şunlardır:

1. Cesedin muayene edilme gerekliliği:

· Ceset muayene edilmez ve gerçekten ölmemiş bir kişiye yanlış tanı sonucu (yalancı ölüm) defin ruhsatı verilirse; hekim, kasten veya olası kast ile öldürme ya da bunlara teşebbüs iddiaları ile;

· Ceset muayene edilmez ve öldürülmüş ya da bir başka kişinin dikkat ve özen eksikliği sonucu ölmüş bir kişiye, normal ölüm gibi bir rapor düzenlenirse; hekim, suça iştirak veya suça yardım etme iddiaları ile;

· Ceset muayene edilmez ve ölmemiş suçlu bir kişinin ölmüş gibi gösterilerek yargılanmaktan kaçırılmasına yönelik olarak rapor düzenlenirse; hekim, suça iştirak; suça yardım etme; sağlık mesleği mensuplarının suçu bildirmemesi; suç delillerini yok etme, gizleme ve değiştirme; suçluyu kayırma iddiaları ile yargılanabilecektir.

Tüm bu nedenlerle, ölü muayenesi sırasında hekim; ölüm olayının yeri ve şekli hakkında bilgi almalı; cesedi tam ve çıplak muayene etmeli; muayeneleri 1 saat içinde 5-10 dakikada bir tekrarlamalıdır.

2. Kişinin ölüp- ölmediğinin kesin olarak belirlenmesi gerekliliği:

· Ölümün tanısı konusunda (Bölüm-5) ayrıntılı olarak anlatılan yöntemlerle, ölüm tanısının kesin olarak konulması gereklidir.

· Bir önceki maddede belirtildiği üzere; gerçekten ölmemiş bir kişiye yanlış tanı sonucu öldüğü yolunda ölüm belgesi düzenlenmesi ve kişinin canlı olarak gömülmesi hekimi kasten veya olası kast ile öldürme ya da bunlara teşebbüs iddiaları ile karşı karşıya bırakacaktır.

3. Defin ruhsatında ölüme neden olan gerçek ve kesin ölüm sebebinin belirtilmesi gerekliliği:

· Zorlamalı ölüm, şüpheli ölüm, doğal ölüm tanımlamaları, ölümün tipini; Cinayet, intihar, kaza tanımları, ölümün orijinini; Trafik kazası, yüksekten düşme, iş kazası, ev kazası tanımları, ölümün şeklini; Elektrik çarpması, ası, suda boğulma, ateşli silah yaralanması tanımlamaları ölümün sebebini; Akciğer kontüzyonu, beyin doku harabiyeti, ventriküler fibrilasyon, kalp rüptürü tanımları ölümün mekanizmasını ifade etmektedir.

· Bir defin ruhsatı düzenleyebilmek için önce ölümün tipine karar verilmeli, ölüm doğal ölüm niteliğinde ise, ölüm sebebi veya ölüm mekanizması belirtilecek şekilde defin ruhsatı düzenlenmelidir.

· Solunum ve dolaşım durması bir ölüm sebebi veya mekanizması olmayıp her ölümde görülen bir sonuçtur. Bu nedenle ölüm sebebi yerine ancak myokard enfarktüsü, akciğer embolisi, menenjit, septisemi gibi tanılar yazılmalıdır.

· Fakat ölümden bir süre önce geçirilmiş ve ölüm sebebi üzerinde etkili olabilecek herhangi bir travma, ameliyat, zehirlenme, doğum gibi bir olay gerçekleşmiş ise, hekim otopsi işlemi yapılmadan defin ruhsatı düzenlememelidir.

4. Zorlamalı ve şüpheli ölümlerin ihbarı gerekliliği:

· Hekim herhangi bir şekilde ölümün travma, zehirlenme, suda boğulma, elektrik çarpması, trafik kazası, ev kazası gibi bir dış etkiye bağlı olarak cinayet intihar veya kaza sonucu zorlamalı olarak meydana geldiğini öğrenmiş, ya da kişinin ölümünü açıklayabilecek verilere ulaşamıyor, ölümün zorlamalı olarak meydana geldiğinden şüphe duyuyorsa, defin ruhsatı düzenlememeli, “zorlamalı ve şüpheli ölümlerin ihbarı” konu başlığı anlattığımız prosedürü uygulamalıdır. Bu tür ölümlerde defin ruhsatı, direkt Cumhuriyet Savcılığı’ nca veya adli işlemlerin (ölü muayenesi ve otopsi) tamamlandığının Cumhuriyet Savcılığı’ nca ilgili tabibe bildirilmesinden sonra düzenlenebilecektir.

ÖLÜLERİN ÇIKARILMASI VE NAKLİ

Umumi Hıfz-ı-sıhha Kanunu (UHK)’ nda ölülerin nakline ilişkin şu hükümler yer almaktadır;

· Cesetlerin tamamen çürümesi öncesinde, mezarların açılarak ölülerin çıkarılması için her durumda mahalli belediyelerin izni olması gereklidir. Bu durumda sağlık görevlilerinin görüşüne başvurulur. Adli otopsilerde bu şart aranmaz ancak mahalli belediyeye bilgi verilmelidir (UHK, madde 227).

· Bir ölünün defninden önce veya sonra başka bir yere naklinde, öldüğü ya da defnedileceği yerin belediyesinden belge sağlaması; bu belgenin sağlanabilmesi için henüz defnedilmemiş ölüler için defin ruhsatının, defnedilmiş ölüler için defin defterindeki kaydın örneğinin, ölüm sebebini bildiren ve naklinde mahsur olmadığını belirten doktor onamını sunulması gerekir (UHK, madde 228).

· Kolera, veba, çiçek, şarbon, cüzzam, ruam hastalıklarından ölenlerin nakilleri ve kolera, veba, çiçek, lekeli humma’ dan ölenlerin en az bir yıl geçmeden mezardan çıkartılarak nakilleri uygun değildir (UHK, madde 229).

· Bir şehir veya kasabadan diğerine nakledilecek cesetler, belirlenmiş usullere uygun olarak tabutlanarak nakledilir, tabutsuz nakle müsaade edilmez (UHK, madde 230).

· Gemi ve hava yolu ile nakillerde de 228. maddede tanımlanan şekilde işlemlerin tamamlanması sonrası tabutlanan cesetler Liman ve Hava İşletmelerine teslim edilerek hızlı bir şekilde nakledilir (UHK, madde 231).

· Uzun sürecek veya sıcak havalarda yapılacak nakiller öncesi sağlık görevlileri tarafından cesede tahnit işlemi uygulanır (UHK, madde 232).

· Deniz yolu ile nakiller öncesi, daha önce temin edilen belgeler, Hudutlar ve Sahiller Genel Müdürlüğü Tabipliği’ nce onaylanmadıkça, ceset gemilere yükletilmez (UHK, madde 233).

· Yurtdışından gelen cesetlerin nakilleri için mahalli idareden alınmış ölü nakil belgesinin sunulması gerekir (UHK, madde 234).

DİĞER KORUYUCU HEKİMLİK SORUMLULUKLARI

3359 Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’ nun 3. maddesinin b fıkrası gereğince, Koruyucu Sağlık Hizmetlerinin önceliği; 8. maddesinde bu hizmetlerin ücretsiz uygulanacağı vurgulanmaktadır. Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine Dair Kanunun 10. maddesinde ise Sağlık Ocakları ve Sağlık Evlerinin koruyucu hekimlik hizmeti sunma ve sağlık ocağına kayıtlı şahısların sağlık kayıtlarının tutulması mükellefiyeti getirilmektedir. Ayrıca UHK (Umumi Hıfzı Sıhha Kanunu)’ nda Bulaşıcı ve Salgın Yapan Hastalıklarla Mücadele, Sıtma İle Mücadele, Trahom İle Mücadele, Zührevi Hastalıklarla Mücadele, Veremle Mücadele, Çocukluk ve Gençlik Hıfzısıhhası, İşçiler Hıfzısıhhası, Yenilecek ve İçilecek Şeyler ile Kullanılacak Bazı Maddeler, Maden Suları ve Kaplıcalar, Mezarlıklar- Ölülerin Defni- Mezardan Çıkarılması ve Nakli, Şehir ve Kasabalar Hıfzısıhhası, Gayri sıhhi Müesseseler, Sıhhi İstatistik ve Coğrafya ve Propaganda başlıkları altında pek çok koruyucu ve önleyici hekimlik ile ilgili görev sağlık ocağı tabiplerine verilmektedir. Bu görev ve sorumluluklar, tıp fakültesi öğrencilerine, “Halk Sağlığı” dersleri ve “Kırsal Hekimlik Stajı” ders içeriklerinde anlatılmaktadır. Bu nedenle bu görev ve sorumlulukların ayrıntılarına bölümümüzde yer verilmemiştir.

HEKİMLERİN TANI KOYUCU VE TEDAVİ EDİCİ HEKİMLİK

HİZMETLERİ İLE İLGİLİ GÖREV VE SORUMLULUKLARI

Hekimin, günümüz tıbbının gerektirdiği son derece karmaşık ve tehlikeli tedavi yöntemlerini uygulaması ve bunu insan üzerinde gerçekleştirmesi onu son derece büyük riskler ile karşı karşıya getirmektedir. En ufak bir kusurun iyileşmesi imkansız sonuçlar ya da ölümle sonuçlanması, hekimi gerek teşhis, gerekse tedavi alanında çok daha büyük bir titizlikle hareket etmek zorunda bırakmaktadır. Bu nedenle bu bölümde hekimlerin tanı koyucu ve tedavi edici hekimlik hizmetleri ile ilgili görev ve sorumlulukları ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Bu görev sorumluluklar genellikle hasta hakları çerçevesinde yer aldığından; öncelikle bu konu üzerinde durulmuştur.

HASTA HAKLARI

Geçmişte hastanın hekimine güveni ve kendisini onun ellerine teslimi şeklinde yürümekte olan hasta- hekim ilişkisi, günümüzde teknolojinin gelişimi ile birlikte hekimin hünerli ellerinin yerini elektronik ve mekanik alet ve cihazların alması, sağlığa ayrılan kaynak azlığına karşın hekimden daha fazla hizmet beklenir olması, tanı ve tedavi yöntemlerinin artan maliyetleri ile birlikte hekimlik hizmetlerinin daha fazla kârın beklendiği bir meta haline dönüşümü hekim- hasta ilişkisini olumsuz olarak etkilemiştir. Dolayısıyla hastanın vücuduna müdahale edebilme erkini elinde tutan hekimin, yanlış doğruları adına hastaya zarar vermesini ve kişinin yaşama hakkına müdahale etmesini engellemek için her geçen gün daha katı şekilde hekimin hastaya yaklaşımı ile ilgili kurallar belirlenmeye devam etmektedir.

Herhangi bir tıbbi sorunundan ötürü sağlık hizmeti alma gereği duyan her birey, sorunu ile ilgili tanı, sorununun ilerlemesi, uygulanacak tıbbi ve cerrahi tedavi yöntemleri, bu yöntemlerin olumlu ve olumsuz etkileri gibi bilgileri almak, iyileşebilmesi için en üst düzeyde hizmet istemek, bu nedenle uygulanacak tedavi yöntemlerini ve bu yöntemleri uygulayacak hekimini veya sağlık kurumunu seçme hakkına sahiptir. Bunun karşılığında hekimde hastasını aydınlatmak, yapacağı işlemler konusunda hastasının rızasını almak, ona en iyi sağlık hizmetini sunmak, onun iyileşmesi için tüm özen ve dikkatini kullanmak, ona herhangi bir şekilde zarar verebilecek yöntemlerden kaçınmak zorundadır.

HASTA HAKLARINA DAİR HUKUKİ BELGELER

Hekim hasta ilişkileri tarihte devamlı yasaların bir parçası olmuştur. Çağımızda ise, hasta hakları kapsamında milat olarak kabul edilebilecek olan ilk önemli belge, Dünya Tabipler Birliği’ nin Hasta Hakları Bildirgesi (Lizbon, 1981) dir.

Dünya Tabipler Birliği’ nin Hasta Hakları’ na dair 1981, Lizbon Bildirgesi’ nde

1. Hasta hekimini özgürce seçme hakkına sahiptir.

2. Hasta, hiçbir dış etki altında kalmadan özgürce klinik ve etik kararlar verebilen bir hekim tarafından bakılabilme hakkına sahiptir.

3. Hastanın yeterince bilgilendirildikten sonra önerilen tedaviyi kabul veya red etme hakkı vardır.

4. Hasta hekiminden, tüm tıbbi ve özel hayatına ilişkin bilgilerin gizliliğine saygı duyulmasını bekleme hakkına sahiptir

5. Her hastanın onurlu bir şekilde ölme hakkı vardır.

6. Hasta, uygun bir dini temsilcinin de yardımı dahil olmak üzere, ruhi ve manevi teselliyi kabul veya red etme hakkına sahiptir.

temel doktrinleri belirlenmiştir.

1994 yılında Endonezya-Bali’ deki kongrede yeniden bir araya gelen Dünya Tabipler Birliği temsilcileri, 1981 Lizbon Bildirgesini genişletmişler

Dünya Tabipler Birliği’ nin Hasta Hakları’ na dair 1994, Bali Bildirgesi’ nde

· “Kaliteli tıbbi bakım hakkı”;

· “Hastanın seçme özgürlüğü hakkı”;

· “Hastanın kendi seçimini yapabilme hakkı”;

· “Bilinçsiz hasta”;

· “Hukuki ehliyeti olmayan hasta”;

· “Hastanın rızası”

· “Bilgilendirme hakkı”;

· “Gizlilik Hakkı”;

· “Sağlık eğitimi hakkı”;

· “Saygı görme hakkı”;

· “Dini yardım görme hakkı”

başlıkları altında daha geniş haklar sıralanmıştır.

Avrupa’da Hasta Haklarının Geliştirilmesi Bildirgesi (Amsterdam, 28-30 Mart 1994);ise hasta haklarını ayrıntılı olarak tanımlamıştır.

28-30 Mart 1994, Amsterdam, Avrupa’da Hasta Haklarının Geliştirilmesi Bildirgesi’ nde;

· Sağlık bakımında (hizmetlerinde) insan hakları ve değerleri

· Bilgilendirilme

· Onam

· Mahremiyet ve özel hayat

· Bakım ve tedavi

· Başvuru

Başlıkları altında konuların ayrıntılarına yer verilmiştir.

Belirtilen bu düzenlemelere dayanılarak, ülkemizde de Tıbbi Yanlış Uygulama (Tıbbi Malpraktis) Kanun Taslağı düzenlenmiş olup, bu taslağa ait ayrıntılara kitabın 4. bölümünde yer verilmiştir.

HEKİMİN AYDINLATMA VE RIZA YÜKÜMLÜLÜĞÜ

Hastanın verilen bilgiler ile uygulanması düşünülen tedavi yöntemine özgürce karar verebilecek hale getirilmesi aydınlatma, hastanın yapılacak tıbbi işlemler için bilinçli olarak vereceği izin ise rıza (onam) olarak tanımlanmaktadır.

Anayasamızın 17. maddesi “Herkes, yaşama ve manevi varlığını geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz, rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz" hükmü ile vücut dokunulmazlığını güvence altına almaktadır.

Tedavinin olumlu veya olumsuz yönlerini bilmeden rıza gösteren hastanın kendi serbest iradesi ile karar verdiğinden söz edilemez. Ancak yeterli bir bilgiye sahip olan hasta önerilen tedaviye razı olup olmama konusunda özgürce karar verebilir. Aydınlatma sırasında verilen bilgilerin hastanın anlayabileceği şekilde eğitim, kültürel ve sosyal seviyesine uygun olarak ve anlaşılabilir şekilde verilmesi gereklidir.

Hastalar aşağıdaki konularda aydınlatılmalıdır;

· Hastalığın tanısı ve hastanın mevcut durumu,

· Önerilen tedavi yönteminin ne olduğu,

· Önerilen tedavinin hastanın sağlığı için getirebileceği olası riskler,

· Verilecek ilaçlar ve yan etkileri,

· Hasta tedaviyi reddederse oluşabilecek riskler.

Acil bir durum yok ve hastanın bilinci yerinde ise tıbbi girişim ancak hasta aydınlatılıp vereceği karar sonrasında yapılabilir. Tedavi ve ameliyatların farklı biçimleri hakkındaki kararlarda alışılmış tedavi yöntemlerinin dışına çıkmamak kaydıyla hastanın rızası gerekmez, buradaki tercih doktora aittir. Tedavi hastaya ait bir hak olup hastalığın devamında ortaya çıkabilecek sonuçlar ile tedavi isteme konusundaki seçim hakkı tamamen hastaya aittir.

Tıbbi girişimin hukuka uygun olması için hastanın rızasını almak gereklidir. Riskli olmayan girişimler için hastanın hekime başvurması örtülü bir rıza olduğunu gösterir. Özel risklerin olduğu konularda hasta aydınlatılmalı, bilgi verilmeli ve açık rızası alınmalıdır. Mümkün oldukça, alınacak rıza, hastanın belirtilen tedavinin risklerinin anlatıldığına ve tedaviyi kabul ettiğine dair hastanın kendi el yazısı ile yazılmış bölümü içermelidir. Büyük cerrahi girişimler için rızanın mutlaka yazılı olması gereklidir. Kişi rıza belgesini imzalayamayacak halde, ancak bilinci yerinde ise tutanak yazılıp tanıklara imzalatılmalı; okuma yazması olmayan ve bu nedenle parmak izi bastırılan hastalarda da, parmak izinin şahsa ait olduğuna dair tanık imzaları alınmalıdır. Anjiografi, sistoskopi, gastroskopi, rektoskopi gibi tanı amaçlı büyük girişimlerde de yazılı rıza alınması uygundur. Kötü bir sonuç halinde rızanın ispatlanması hekime ait bir yükümlülük olduğu için rızanın yazılı olması gereklidir (HUMK 287. madde).

Alınan rıza iki türlüdür;

Genel Rıza: Hastaneye girişte alınan rızadır. Bu tür rızalar, özellikli ameliyatlar sonrası oluşabilecek kötü sonuçlar konusunda ayrıntılı bilgiler içermediği için, bu durumlarda hekim sorumlu tutulabilmektedir.

İhbarlı Rıza: Yapılacak tedavi ve girişimler öncesi ayrıntılı olarak yapılan bilgilendirme sonucu alınan rızadır.

Rıza alınacak asıl tıbbi girişimi hastadan saklayarak, daha basit bir işlem yapılacakmış gibi yapılan bilgilendirmeler sonrası alınacak rızalar hukuka aykırıdır. Hasta yeterince aydınlatmadan yapılan izinsiz tıbbi girişimlerde vücut bütünlüğünü bozan hekim, bundan dolayı sorumlu tutulmaktadır.

Hasta tedavinin sonuçları hakkında bilgi edinmek istemiyorsa bilgi verilmemelidir.

Acil durumlar, hastanın bilinçli olmaması, doğal afet, çok sayıda insanın yaralandığı kazalar gibi hallerde aydınlatma görevi söz konusu değildir. Müdahale hasta için hayati önem taşıyorsa, hasta razı olmayabileceği için riskler üzerinde fazla durulmamalıdır.

Aşağıdaki durumlarda aydınlatma zorunluluğu ortadan kalkar:

· Hastanın yazılı veya tanık huzurunda aydınlatma istemediğini belirtmesi,

· Tehlike olasılığının nadir olduğu basit girişimlerde (enjeksiyon, pansuman, sonda uygulaması gibi),

· Hastanın önceden bilgi sahibi olduğu hallerde (hastanın sağlık personeli olması ya da daha önce aydınlatılmış olması gibi),

· Aydınlatma sırasında verilen bilgilerin sağlık açısından riskli olduğu hallerde,

· Hastanın açıklamaları anlayamayacak halde olduğu durumlarda (Şuuru kapalı veya anestezi altındaki hastalarda olduğu gibi).

Rıza alımı ile ilgili olarak dikkat edilmesi gereken genel kurallar ise aşağıda sıralanmıştır:

· Rıza alınması sırasında kişinin bilinci açık olmalı, iyiyi kötüden ayırabilme ve anlama yetileri yerinde olmalıdır. Temyiz kudretinden yoksun akıl hastalığı veya akıl zayıflığı olanların, bilincini yitirmiş ve şuuru kapalı kişilerin, veli veya vasisi olmayan küçüklerin rızaları geçerli değildir.

· Kişi ergin olmalıdır. TMK’ (Türk Medeni Kanunu) na göre normalde ergin olma yaşı 18 yaş bitimi iken (madde 11); evlilik veya kendisinin istemi ve velisinin rızasıyla 15 yaşını dolduran küçük, mahkeme kararı ile ergin kılınabilmektedir. Bu nedenle çocuk 15 yaşından büyük, ancak 18 yaşını doldurmamışsa ya da yasal olarak ergin değilse, hem kendinden, hem de veli veya vasisinden rıza alınmalıdır. 15 yaşından küçük çocuklar için ise, kendi rızası söz konusu olmayıp, veli veya vasisinin onamı gereklidir. Çocuğun 15 ila 18 yaş arasında olduğu durumlarda; veli veya vasisinin rızası olmasına karşın, kendi rızası yoksa tıbbi işlemlere tabi tutulabilmesi etik açıdan uygun olmayacaktır. Veli kavramı, anne babası evli olan çocuklarda anne ve babanın ortak iradesini (TMK, madde 336/1); ayrılık ve boşanma halinde mahkeme kararı ile velayete hükmedilen eşi (TMK, madde 336/2 ve 3); eşlerden birinin ölümü halinde diğer esi (TMK, madde 336/ 3); anne babası evli olmayan çocuklarda anneyi (TMK, madde 337) ifade eder. Vasi kavramı ise; velayeti anne ve/veya babadan alınmış ya da anne ve babası ölmüş çocuklar veya yasal kısıtlamalar nedeniyle (bakınız: adli psikiyatri) kısıtlanmış kişilerin, kişiliğini ve malvarlığı ile ilgili tüm çıkarlarını korumak ve hukuki işlemlerde onu temsil etmek üzere mahkeme tarafından görevlendirilen kişiyi tanımlar.

· Bilincini yitirmiş veya temyiz kudretinden yoksun ya da veli veya vasisi olmayan hastaya, acil durumlarda onun sağlığı için tıbbın gerektirdiği yardımı kusursuz bir müdahale ile sağlayarak tedavi etmesi halinde, rıza alınmasa da hekim sorumlu tutulamaz.

· Veli, vasi veya hastanın yakınları kötü niyetli olarak rıza vermiyorsa hekim mahkemeden yardım isteyebilir.

· Hastanın bilinci ve iradesi yerinde ise mutlaka rıza alınmalıdır.

· Acil hastalarda bilinç yerinde ise tutanağa geçirilmek şartı ile sözlü rıza geçerli olabilir. Acil girişimler sırasında saptanan ve hastanın sağlığını iyi yönde etkileyecek işlemler yapılabilir, ancak bu konularda büyük risklere girilmemelidir.

· Rızanın geçerli olabilmesi için; korkutularak, hile ile, maddi veya manevi baskı ile alınmamış olması gereklidir.

Aşağıdaki durumlarla tıbbi nedenlerle rıza alınmış olsa bile, hukuken geçerliliği bulunmamaktadır:

· Tedavi ve girişimlerin risklerinin anlatılmadığı durumlar,

· Ahlaka, edebe ve yasalara aykırı durumlar (hymenoplasti, hukuken geçerli mazereti bulunmayan cinsiyet değişikliği ameliyatları gibi),

· Yasal sürelerin üzerindeki kürtajlar için verilen rızalar,

· Ötenazi gibi durumlar için verilen rızalar.

Aşağıdaki durumlarda ise hukuken rıza aranmayacak durumlar sıralanmıştır:

· Basit tıbbi müdahaleler (zımnen muvafakat =örtülü onam),

· Kişinin bilinçli olmadığı ve yakınlarına ulaşılamadığı acil girişimler (zımnen muvafakat =örtülü onam),

· Salgınlardaki aşılama kampanyaları gibi toplum sağlığı yararına uygulanan girişimler,

· İntihar amaçlı zehirlenme gibi kişinin hayatını kurtarmaya yönelik girişimler,

· Uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanan kişilerin tedavilerinde (TCK’ nun 57/7. ve 191/2. maddeleri),

· Kolera, veba, lekeli humma, karahumma, çiçek, difteri, menenjit, çocuk felci, uyku hastalığı, dizanteri, loğusa humması, ruam, kızıl, şarbon, kızamık, cüzzam, malta humması, gıda zehirlenmesi, kuduz, trahom, zührevi hastalıklar, verem gibi hastalıkların tedavisinde (UHK’ nun ilgili maddeleri gereğince),

· Kişinin sağlığı için çok büyük bir zarar söz konusu ise (Ameliyattan aşırı derecede korkan, ancak ameliyat olmazsa kısa sürede ölümü kaçınılmaz olan bir hastaya uygulanacak ameliyatın önemli sayılamayacak derecedeki riskleri anlatılırsa hastanın ameliyattan kaçınma olasılığının doğacağı durumlar gibi),

· Ameliyatlar sırasında ortaya çıkan ve rıza sınırını aşan durumlarda.

Kişinin rızası olsa bile hekimlik pratiğinin yanlış uygulanmasına bağlı hallerde, hekim sorumluluktan kurtulamayacaktır.

Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’ nün 14. Maddesinde; “hastanın maneviyatı üzerine kötü etki yaparak hastalığın artması olasılığının olmadığı durumlarda tanıya göre alınması gerekli tedbirlerin hastaya açıkça söylenmesinin gerekli olduğu, ancak hastalığın kötü yönleri, sonucu ve seyrinin saklanması uygun olacağı” belirtilmektedir.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’ nin 1964 tarihli, 6458 sayılı kararında ise; “hastanın tehlikelere göre kendisinin karar vermesi ve hekimin girişeceği eylemle ortaya çıkabilecek kötü sonuçları hastaya anlatması gerektiği” bildirilmiştir.

Tıbbi Yanlış Uygulama (Tıbbi Malpraktis) Kanun Taslağı’ da aydınlatma ve rıza ile ilgili olarak aşağıdaki hükümlere yer verilmektedir:

· Hekim, hastasının sağlığı ile ilgili her türlü tedavi ve girişimi, hastanın bilgilendirilmesi sonrası iznini alarak yapabilir.

· Bilgilendirerek izin alma, yazılı veya sözlü olabilir.

· Hastanın hayatını riske sokma olasılığı fazla olan tedavi yöntemleri ve girişimlerden önce alınacak izin, yazılı olmalıdır.

· Hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda veli veya vasisinin bilgilendirilerek yazılı izni alınır.

· Reşit ve/veya mümeyyiz olmayan kişiler yönünden veli veya vasisinin bilgilendirerek yazılı izni alınır.

· Hasta hastalığı konusunda bilgilendirilmesini şahsen istemediğini yazılı olarak bildirirse, hekimin bilgi vermesi gerekmez.

· Acil durumlarda uygulanacak müdahale şekilleri hekimin mesleki yetki ve sınırları içerisindedir. Zaman geçirilmeden yasal temsilci bulunarak, gerekli bilgilendirme sonrası izin alınır. Bu süreçte yaşanan gelişmeler hasta dosyasına kayıt edilir. Yasal temsilcinin resmi belge ile yasal yetkileri olduğu kontrol edilir ve bu yetkinin onaylı örneği hasta dosyasında muhafaza edilir.

· Hekim, yasal temsilcinin izin vermemesinin kötü amaçlı olduğuna kanaat getiriyor ve bu durum hastanın yaşamını tehdit ediyorsa, durum öncelikle yetkili yargı mercilerine bildirilerek gerekli izin alınır. Bunun mümkün olmaması durumunda, hekim kendinden kariyer olarak kıdemli başka bir meslektaşının konsültasyonuna müracaat eder. Hekim, bu meslektaşı ile aynı görüşte ise tedaviye başlar, aynı görüşte değil ise üçüncü bir konsültan hekime müracaat eder ve görüşü olumlu ise tedaviye başlar. Bütün bu gelişmeler ilgililerin de imzaları alınmak sureti ile hasta dosyasına kayıt edilerek belgelendirilir.

· Hekimin, hastası ile ameliyatının kendisi tarafından yapılması hususunda anlaşmasından sonra, hekimin asistanına ameliyatı kendi gözetimi altında yaptırabilmesi için, hastanın bilgilendirerek yazılı izni alınır.

HEKİMİN ACİL MÜDAHALE ZORUNLULUĞU VE KAÇINMA BİÇİMİNDEKİ SUÇLARI

Tıbbi Deontoloji Nizamnamesinin 2. maddesinde, “tabip ve diş tabibinin başta gelen görevinin, insan sağlığına, hayatına ve kişiliğine özen ve saygı göstermek olduğu” ; 3. maddesinde, “tabibin görevi ve uzmanlığı ne olursa olsun, gerekli bakımın sağlanamadığı acil olgularda, zorunlu bir sebep olmadıkça, ilkyardımda bulunması gerektiği, diş hekimlerinin de kendi alanlarında aynı sorumluluklarının bulunduğu” belirtilmektedir. 3. Maddede yer alan bu hüküm, Türk Tabipler Birliği’nin 10-11 Ekim 1988 tarihli ve 47. Genel Kurulunda kabul edilen, Hekimlik Meslek Etik Kurallarının 10. maddesinde de aynen vurgulanmıştır.

Henüz bir yasa hükmü olarak kabul edilmemiş olmakla birlikte, Tıbbi Yanlış Uygulama (Tıbbi Malpraktis) Kanun Taslağı’ nda, acil hasta, “zaman kaybetmeden sağlık hizmeti ihtiyacı olan kişi” olarak tanımlanmıştır. Bu kanun taslağı çerçevesinde;

· Acil durumlarda sağlık çalışanlarının hastayı kabul etmeme yetkisi yoktur. Bu durumlarda sağlık çalışanı hasta ilişkisi, sağlık çalışanının hastayı görmesi ile başlar;

· Acil durumlarda hekim mesleki yetkisi çerçevesinde gerekli tedaviyi mevcut imkanlar nispetinde sağlar, sorumluluğu hastayı acil durum ile ilgili yetkili uzmana teslim etmek şartıyla son bulur;

· Acil durumlarda vasıta sağlanması, vakaya en uygun yeterli donanıma sahip sağlık merkezinin bilgilendirilmesi, nakil esnasında taşıma şeklinin tayini, refakat ve sorumluluğu alacak uzmanın bilgilendirilmesi dahil hiçbir husus hasta veya 3 üncü kişilere bırakılamaz;

· Acil durumlarda hekim tarafından hastaya yapılan tüm işlemler ve tedaviler ile ilgili kayıt tutulur;

· Acil durumlarda, önemli dikkatsizlikler ve ihmaller tıbbi yanlış uygulama olarak değerlendirilir;

· Hekim, hastane ortamında yetkili diğer bir hekimin hastayı devraldığından emin olmadan veya acil durum ortadan kalkmadan ve hastayı izlemeye almadan sorumluluktan kurtulamaz

hükümleri sıralanarak, acil durumlarda hekim tutumu belirlenmiştir.

Uluslararası hukuk normları çerçevesinde; hekimlik mesleğini gerek resmi bir kurumda, gerekse özel bir kurumda yürütmekte olan hekimler, hayatı tehlikede olan bir hasta veya yaralının tedavisinden kaçınamazlar.

Tüm bu hükümler çerçevesinde; hekimler acil durumdaki hastaya yardım etmekle yükümlüdürler. Hayatı tehlikede olan bir hasta veya yaralının tedavisi için davet edilen hekim, zamanında çağrıya uymak zorundadırlar. Ancak davetin hastanın yakınları ya da resmi görevliler tarafından yapılmış olması gerekir. Hasta ve yaralı ile ilgisi olmayan bir kişinin haber niteliğinde olmak üzere doktora bir hastanın ya da yaralının tehlikede olduğunu söylemesi çağrı sayılmaz. Hasta ve yaralının yeri uzaksa doktor uygun bir taşıt aracı ile götürülür. Ancak ilkyardıma muhtaç hastanın bulunduğu bölgeye yakın yerde resmi sıfatlı ve bu işlere bakmakla görevli bir tabip (sağlık ocağı tabibi v.d.), sağlık merkezi ya da hastane gibi sağlık kuruluşları varsa, veya daha yakında başka hekimler bulunuyorsa, davet halinde hekim isterse hastaya gidebileceği gibi, yakında bulunan bir hekimin çağrılmasını ya da bir hastaneye götürülmesini de önerebilir. Kamu kuruluşlarında ve tüzel kişiliği olan kurumlardaki hekim ve diğer sağlık mensupları hastayı kabul etmek zorundadır. Özel olarak çalışmasını yürüten bir hekim bir yerde yalnız çalışıyorsa hastayı kabul etmemezlik yapamaz.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 09.01.1991 tarihli E1, K1 sayılı kararı, acil durumlarda hekimin hastaya gitmek zorunda olduğunu, aksi halde sorumlu tutulacağını kabul etmektedir.

Hayatı tehlikede olan bir hasta ve yaralıya tıbbi yardım, hekimlerin mesleki ve insani görevleri olduğu kadar, kanuni zorunluluklarından ilkini oluşturur. Burada tehlikede olan kimselere ve yaralılara karşı gösterilmesi gereken ahlaki ve sosyal bir yardım görevinin ihmali suç haline getirilmiş olmaktadır. Bu suç tanımı yalnız hekimlerle ilgili olmayıp, tüm vatandaşlar için geçerlidir. Eğer hekim, yaralı, hasta ya da yaşlı olması nedeniyle kendini idare edemeyen birisine yardım etmezse TCK’ nun 98. maddesi kapsamında yardım ve bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesinden ötürü bir yıla kadar hapis, ölüm meydana gelmişse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılabilecektir. Ayrıca eğer hekim acil durumdaki bir hastaya yardım etmez ve hastanın ölümüne, hastalığının ağırlaşmasına veya hastalığının ağır durumunun sürmesine neden olursa “olası kast” veya “bilinçli taksir” kapsamında değerlendirilerek, “öldürme” veya “yaralama” fiillerinden de hakkında dava açılabilecektir. Hususi Hastaneler Kanunu'nun 43. ve 44. maddelerinde gerekli tedbirlerin alınmaması veya tedavinin başka hekime bırakılmadan yarıda kesilmesi dolayısıyla hastanın ölmesi halinde özen ve dikkat eksikliği nedeniyle ölüme neden olma fiilinin karşılığı cezanın uygulanacağı açıkça belirtilmektedir.

Bu nedenle her “acil” olarak bildirilen hasta, “acil” kabul edilip, muayene edilmeli; muayene sonucunda gerçekten acil olup, olmadığına karar verilmelidir.

Durumunun acil olduğuna karar verilen hastaya herhangi bir sağlık sigortasına tabi olup, olmadığı veya tedavi için gereken masrafı ödeyip, ödeyemeyeceği sorgulanmaksızın, acil tedavi girişiminde bulunulmalı, durumu stabil olunca, diğer konular düşünülerek, sağlık durumu elveriyorsa, ilgili sağlık kurumuna nakledilmelidir. Acil tedavi; hayatı tehlikede olan ve erken müdahale ile kurtulması mümkün olan hastalar ya da yaralılar için söz konusudur. Acil tedavide hekimin hem kısa sürede belli bir disiplin içinde pek çok şey yapması birçok bilgi ile dolu olması ve öncelikle hayatı kurtaracak şekilde hareket etmesi beklenmekte, hem de hukuki sorumluluklarından hiç ödün vermemesi ve hukuk kurallarını eksiksiz olarak yerine getirmesi istenmektedir. Fiilen hekimlik yapmayan ve uzun yıllar mesleğini bırakmış hekimlerin dahi çok acele durumlarda bir hastayı muayene etmeleri, tedavi etmeleri ve gereken ilkyardımı yapmaları şarttır.

İlk yardım ve acil tedavi hastanın bulunduğu yerde başlamak suretiyle muayenehanede ya da evde devam edebilir. Ancak çoğu kez hayatı tehlikede olan hastalar ya da yaralılar bir hastaneye sevk edilmelidir. Hayatı tehlikede olan bir hastanın hekim muayenehanesine getirilmesi halinde hekim, hemen ilk yardım ve acil tedaviye başlamakla yükümlüdür. Zorunluluk olmadıkça muayenehanelerde genel anestezi altında ameliyat yapılması doğru değildir. Ancak başka türlü korunması ve kurtarılması mümkün olmayan durumlarda, ihtisasları ile ilgili ve daha önceki deneylerine güvenen hekimler muayenehanelerinde her türlü müdahale ve tedaviyi yapabilirler. Zorunluluklar yasak olan şeyleri olanaklı kılar (BK 52. madde). Uzman olmayan hekimlerin muayenehanelerde tehlikeli müdahaleler ve tedaviler yapmaları hatalı ve haksız fiil olarak değerlendirilir. Tababeti Adliye Kanunu'nun 2. maddesi “Bir hastanede yaralının tedavisi gereken hallerde, en yakın sivil ve bulunmadığı taktirde askeri hastanelerin yaralıları kabulünü” mecbur kılmaktadır.

Hayatı tehlikede olan bir hasta ve yaralının hastaneye kabul edilmesi ve yatırılması gerekir. Acil bir vakanın hastanede boş yatak bulunmadığı ya da başka hastanelerde daha iyi tedavi imkanları olduğu gerekçesi ile geri çevrilmesi doğru değildir. Acil vakaların hemen hastaneye kabulü ve tedavisinin zamanında yapılması gereklidir. Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliğinin 57. maddesi acil vakalara gereken tedavi, ameliyat ve yardımın derhal yapılmasını gerektirir. Gelen hasta gönderilir. ve o kişi bu travma ya da olay sonucu ölürse yatırmayan hekim sorumludur. Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliğinin 12. maddesi “...poliklinik saatleri dışında sadece ağır ve acil vakalar kabul edilir...”, “ağır, acil ve adli vakaların kuruma müracaat saatleri mutlaka yazılır” demektedir. Sağlık kurumları 200 yatak kapasitesine kadar olan yataklarının %3 ünü, 200 yatak kapasitesinin üstünde ise her 50 yatak için 1 yatağı sevkle gelecek acil hastalar için boş tutmak zorundadır. Sevkle gelen hastalarla bu yataklardan biri dolduğunda bile, konu 112 Acil Yardım Komuta Kontrol Merkezi’ ne bildirilmelidir.

Türk Tabipleri Birliği Kanunu’ nun 38. maddesine göre; Türk Tabipleri Birliği Haysiyet Divanı, kanunun yüklediği görevleri yerine getirmeyen hekimler hakkında, inzibati ceza (mesleki ve disiplin cezası) vermeye yetkilidir.

HEKİMLERİN GERÇEĞE AYKIRI DÜZENLEDİKLERİ RAPORLAR

KARŞISINDAKİ SORUMLULUKLARI:

Hekim hükümetçe güvenilecek sağlık ve istirahat raporları gibi bir belgeyi gerçeğe aykırı olarak hatır için, para veya çıkar karşılığında verirse cezalandırılır.

TCK’ nun 210/2. maddesine göre; gerçeğe aykırı belge düzenleyen tabip, diş tabibi, eczacı, ebe hemşire veya diğer sağlık mesleği mensubu, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Düzenlenen belgenin kişiye haksız bir menfaat sağlaması ya da kamunun veya kişilerin zararına bir sonuç doğurucu nitelik taşıması halinde, resmi belgede sahtecilik hükümlerine göre cezaya hükmolunacaktır.

Resmi belgede sahtecilik fiili, TCK’ nun 204. maddesinde tanımlanmakta olup; bu yasa kapsamında gerek bu belgeyi düzenleyen, gerekse kullanan kişi hakkında iki yıldan başlayan ve üst sınırı 12 yıla kadar çıkabilen bir ceza uygulaması söz konusu olabilecektir.

Yukarıda belirtilen durumlarda tazminat davası da söz konusudur.

HEKİMLERİN SIR SAKLAMA VE İHBAR(HABER VERME) YÜKÜMLÜLÜKLERİ

Hekimlik gibi kişinin yaşama alanına giren mesleklerde kişinin gizli ve özel sırları hakkında edinilen bilgilerin "meslek sırrı" olarak saklanması zorunludur.

Bazı mesleklerde çalışanların, işlerini düzenli yapabilmeleri için kendilerine başvuranlar ile güvene dayalı bir ilişki kurmaları gereklidir. Hekime başvuran kimse, zorunlu olarak, sağlığına kavuşmak için kendisi veya yakınları ile ilgili bazı özel bilgileri aktarmak durumundadır. Hekim bu bilgilerin yanı sıra bireyin kendisine özgü, başkaları tarafından bilinmesi istenmeyen özellikleri hakkında da bilgi sahibi olur. Meslek sırrı olarak nitelenen bu bilgilerin saklanması tıbbi deontoloji tüzüğüne göre zorunludur, açıklanması meslek ahlakına aykırıdır.

Meslek sırrı; bir mesleğin yapılması sırasında öğrenilen, sır sahibi tarafından açıklanmaması öngörülen ve gerçekte başkaları tarafından bilinmeyen, bireyin özel yaşamına ilişkin bilgi ve olay olarak tanımlanmaktadır. Bir hasta ya da yaralının başkaları tarafından bilinmeyen ve duyulması hoş karşılanmayacak özellikleri ve hastalıkları sır sayılır. Toplumun ayıplamasını, tiksinmesini, hastanın ekonomik durumunu ve geleceğini etkileyen hastalık, yasal olmayan kürtaj, evli olmayan kadının çocuk doğurması veya düşürmesi, intihar girişimi gibi toplum içersinde kişinin onur ve saygınlığı ile ilgili olaylar sırdır.

Toplumun üzerinde durmadığı, her yerde söylenebilen hastalıklarla ilgili bilgiler ya da hastanın herkes tarafından bilinen yönleri sır değildir. Ancak grip, trafik kazasında yaralanma gibi sır niteliğinde olmayan bu tip sağlık durumlarının gizli tutulması için hekimden istenmişse aynı şekilde meslek sırrı olarak saklanmalıdır.

Meslek sırrı yalnızca mesleğin yapılması sırasında öğrenilen bilgiler olmayıp aynı zamanda mesleğin kendisi ile de ilgili olmak durumundadır. Yalnızca hastanın aktardıklarından ibaret değildir, hekimin muayene bulguları da sır kapsamındadır.

Dikkatsizlik veya önlem almama gibi nedenlerle sırrın başkası tarafından öğrenilmesi hekimin cezalandırılmasını gerektirmez, ancak hukuki sorumluluk doğurur. Sırrın geçerli olmayan nedenlerle açıklanması ise, suç oluşturur.

Olgu tartışmaları, konsültasyonlar gibi hekimin hekime bilgi vermesi, hastane protokol defterine kayıt yapılması gibi durumlarda, kendileri de meslek sırrı ile bağlı olanlara sırrın açıklanmasının suç olmadığı bildirilmektedir.

Hekim, resmi istemler veya mahkemeler dışında hiçbir kuruma hasta hakkında rapor veremez.

Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 4 maddesinde “tabip ve diş tabibinin, meslek ve sanatının uygulaması nedeniyle öğrendiği sırları, yasal zorunluluk olmadıkça açıklayamayacağı, tıbbi toplantılarda sunulan veya yayınlarda tanımlanan olgularda, hastanın kimliğinin açıklanamayacağı” belirtilmekte olup; TMK’ nun 24 ve 25 maddelerinde bu yükümlülük koruma altına alınmıştır.

Hukuki konularda da hekimler kişinin rızası olmaksızın meslek sırrını açıklayamazlar. CMK (Ceza Muhakemeleri Kanunu) ’nun 46. maddesi kapsamında; “hekimler, diş hekimleri, eczacılar, ebeler ve bunların yardımcıları ve diğer bütün tıp meslek veya sanatları mensupları, bu sıfatları dolayısıyla hastaları ve bunların yakınları hakkında öğrendikleri bilgileri nedeniyle tanıklıktan çekilebilirler ancak ilgilinin rızasının varlığı halinde, tanıklıktan çekinemezler”.

Konu ile ilgili olarak Tıbbi Yanlış Uygulama (Tıbbi Malpraktis) Kanun Taslağı hükümleri aşağıda sıralanmıştır:

· Hastanın dışında bilgi verilebilecek kişileri hasta kendisi belirler.

· Hastanın bilinci yerinde ise hasta ile ilgili bilgiler kendisinden izin alınmadan hastanın aile bireylerine dahi verilemez.

· Hekim ile hasta arasındaki mesleki ilişkiden doğan bilgiler gizlidir. Hasta ile ilgili tıbbi kayıtlar, test sonuçları, hatırlanan konuşmalar, olaylar ve tedavi ile ilgili bütün bilgi ve belgeler hasta veya kanuni temsilcisinin yazılı izni olmadan açığa vurulamaz.

· Hasta ile ilgili tıbbi kayıtlar müdavi hekimin (sorumlu ekimin) malıdır. Hekimin bağlı bulunduğu sağlık birimi bulunması halinde, bu kayıtların muhafaza sorumluluğu hekimin çalıştığı sağlık kuruluşunundur. Hasta tıbbi tedavi kayıtlarının (film dahil) asılları olmamak üzere birer örneğini alabilir. Yasal zorunluluk olmadıkça, hastanın tıbbi bilgileri başkasına verilemez. Hekim, hastanın kimlik bilgilerini saklı tutmak şartı ile tıbbi kayıtları yapacağı bilimsel araştırmalarda kullanabilir. Hastanın sağlık ödemeleri sadece tedavi harcamalarını karşıladığından, kendisine verilecek kayıtların gerçek bedeli kendisinden istenir. Tıbbi kayıtlar, test sonuçları, mektuplar, filmler ve hastanın tedavisi ile ilgili bütün bilgiler, tedavinin sonlanmasından itibaren 5 (beş) yıl saklanır.

· Hekim, hastanın kimlik bilgilerini (isim, soyadı ve adresini) kullanmadan hastası ile ilgili yayın yapabilir. Kimliğinin tanınabileceği şekilde (yüz ve boy fotoğrafı gibi) resimlerin kullanılabilmesi için hastanın bilgilendirerek yazılı izni alınır.

Ayrıca meslek sırrının açıklanması "sır sahibinin kişilik haklarına " saldırı olacağından, doktorun cezai ve hukuki sorumluluğu olacaktır.

Hekim,

· Hastasının açık rızası bulunması durumunda;

· TCK’ nun 280. maddesi kapsamında, öğrendiği sırrın bir suç oluşturması durumunda;

· UHK’ nun 57 ve 58. maddelerinde tanımlanan bulaşıcı hastalıkların ihbarı durumunda;

· CMK’ nun 46. ve HMUK’ nun 245. maddesi hükümlerine göre, tanıklık durumunda, tanıklıktan çekinilemeyecek durumlarda;

· Verdiği raporun gerçeğe uygun olmadığı ileri sürülürse (çaresizlik durumu=ıztırar) gerçeğin kanıtlanması için;

meslek sırrını açıklayabilir.

TCK’ nun 280. maddesine göre “tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire sağlık hizmeti veren diğer kişiler, görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmezler veya bu hususta gecikme gösterirlerse, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar”.

Bu nedenle, acil servise veya sağlık ocağına müracaat eden;

· Her türlü ateşli silah ve patlayıcı madde ile olan yaralanmalar,

· Her türlü kesici, kesici-batıcı (kesici-delici) , batıcı (delici), kesici-ezici ve ezici alet yaralanmaları,

· Trafik kazaları, düşmeler, darp olguları ve iş kazaları,

· İntoksikasyonlar (ilaç, insektisit, boğucu gazlar),

· Yanıklar (alev, kızgın cisim, yakıcı-aşındırıcı madde),

· Elektrik ve yıldırım çarpmaları,

· Sindirim kanalına oral veya anal yoldan yabancı madde girmesi,

· Mekanik asfiksi olguları (Tıkama, tıkanma, ası, elle veya iple boğulma, karın - göğüs tazyiki, diri gömülme, suda boğulma),

· İntihar girişimleri ve çocuk düşürmeler,

· Cinsel saldırılar,

· Aile içi şiddet,

· Çocuk istismarı,

· İşkence iddiaları,

· Tüm cinayet, intihar, kaza orijinli olduğundan kuşkulanılan ölümler (şüpheli ölümler),

adli olgu olarak değerlendirilip, ilgili makamlara yazılı ya da sözlü olarak bildirilmelidir.

Ancak kişilerin kendi kendilerine vermiş oldukları birtakım küçük zararlarda- küçük ev kazaları gibi- olayın adli bir olgu olup olmadığının tespiti hekimin inisiyatifine bağlıdır.

TCK’ nun 283. maddesi “suçluyu kayırma” cürümünü tanımlamaktadır. Bu madde kapsamında hekimler, tedavi ettikleri hastalarının sanık veya aranan bireyler olması durumunda, adli olgu bildiriminde bulunmamışlarsa, "suçluya imkan sağlama" suçlarından yargılanıp mahkum edilebilmektedirler.

Ayrıca, TCK’ nun 279. maddesine göre “Kamu görevlileri, görevlerini yaptıkları sırada kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektirecek bir suç işlendiğini öğrenip de yetkili makamlara bildirmekte ihmal ve gecikme göstermeleri durumunda” da cezalandırılır.

Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği’ nin 86. maddesine göre; “yataklı tedavi kurumlarında muayene ve tedavi edilen vakaların TCK 530. (eski TCK) maddesinin kapsam dışı tuttuğu haller dışında gecikmeksizin Cumhuriyet Savcılığı'na haber verilmesi zorunludur. Ayrıca yaralı ve cesetten elde edilen delil niteliğini haiz eşyanın adli makamlara aynen ve gecikmeksizin teslimi gerekir”. Ancak eski TCK’ nun 530. maddesinin yerini yeni TCK’ nunda 280. maddenin almış olması nedeniyle istisnalar ortadan kalkmıştır.

Resmi veya özel sağlık kurumlarında çalışan hekimler muayene ve sağaltım yaptıkları hastaları ile ilgili kayıtlarını titizlikle ve ayrıntılı olarak tutarlar. Gerektiğinde hastaları hakkında adli kurumlarda bilgi vermeye çağırılabilirler.

ZORLAMALI VE ŞÜPHELİ ÖLÜMLERİN İHBARI

CMK’ nun 159. maddesinde “Bir ölümün doğal nedenlerden meydana gelmediği kuşkusunu doğuracak bir durumun varlığı veya ölünün kimliğinin belirlenememesi halinde; sağlık işleriyle görevli kişilerin, durumu derhâl Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmekle yükümlü oldukları; bu durumdaki ölünün gömülmesinin ancak Cumhuriyet savcısı tarafından verilecek yazılı izne bağlı olacağı” belirtilmekte olup; adli bir olay nedeni ile acil tedavi ve ameliyata tabi tutulan bir hasta ve yaralının ölümü halinde hemen bölgenin Cumhuriyet Savcılığına ölüm ihbarı yapılması gerekmektedir.

Suçlara dair ihbarlar sözlü veya yazılı olarak Cumhuriyet Savcılığına veya kolluk makamlarına (Polis ve Jandarma Karakolları) yapılabilir. Bu ihbarlar kanuni makamlara iletilmek üzere Valilik, Kaymakamlık, Mahkemeler, Yurtdışında Konsolosluk ve Elçilikler’ e de yapılabilir. Sözlü ihbarlar üzerine tutanak düzenlenmesi gerekmektedir. (CMK’ nun 158. maddesi)

Adli soruşturmayı gerektiren bir olayda, ölen kişiye keşif ve otopsi yapılmadan gömülmesine izin verme, TCK’ nun 257, 280, 281 ve 283 maddeleri kapsamında değerlendirilebilecek suçu oluşturacaktır. Bu maddelerde sırasıyla “Görevi kötüye kullanma”, “sağlık mesleği mensuplarının suçu bildirmemesi”, “suç delillerini yok etme, gizleme ve değiştirme”; “suçluyu kayırma” cürümleri tanımlanmaktadır.

HEKİMLERİN KİŞİLER ALEYHİNE İŞLEDİĞİ SUÇLAR

TCK’ nun 81. maddesine göre; “Hekim bir kimseyi acısını dindirmek için kasten öldürürse (ötenazi) müebbet hapis cezası ile cezalandırılır (adiyen katil). Öldürülen kişinin cinsiyet, ırk, milliyet ve sağlık durumu yönünden ayırımı söz konusu değildir. Anomalili doğan canlı varlıkların öldürülmesi de bu suçun nitelikli halini oluşturur ve hekim TCK’ nun 82. maddesine göre ağarlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılacaktır.

Uterustaki fetusa müdahale adam öldürme olarak nitelendirilmez ancak TCK’ nun 99. maddesinde tanımlanan yasal sürelerin üstündeki müdahaleler TCK’ nun göre suç oluşturur.

TCK’ nun 97. maddesinde, öldürme kastıyla aç bırakma da suç olarak tanımlanmıştır.

Hukuka uygunluk için tıbbi girişimin tedavi amacına yönelmiş olması gerekir. Kanunda ayrıca belirtilmemişse, her ne sebeple olursa olsun kişinin tedavi amacı dışında bir organının kesilmesine rıza göstermesi gibi, tedavi amacına yönelik olmayan yardımlar hastanın rızası bulunsa da hukuka aykırıdır. Kişinin isteği ve izninin olması suç niteliğini ortadan kaldırmaz.

HEKİMLERİN HİZMETİN NİTELİĞİNDEN KAYNAKLANAN VE

İDARİ HEKİMLİK İLE İLGİLİ GÖREV VE SORUMLULUKLARI

KAMU GÖRELİSİ OLARAK GÖREV YAPAN HEKİMLERİN

KAMU GÖREVLERİ İLE İLGİLİ SORUMLULUKLARI VE SUÇLARI

TCK’ da kamu görevlisi sıfatı, bazı suçlarda cezayı ağırlaştırıcı rol oynarken bazı fiillerde de suçun unsurlarından biri olmaktadır. Kamu görevlisi deyimi; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişiyi tanımlamaktadır.

Memurlar ve diğer kamu görevlileri anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdür (Anayasa’ nın 129. maddesi), Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve surette çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri yönetmelik, tüzük, kanun ve Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getiremez ve bu aykırılığı emri verene bildirir. Ancak üstü emrinde ısrar ederse ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu halde, emri yerine getiren sorumlu olmaz. Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir surette yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz (Anayasa’ nın 137. maddesi; TCK’ nun 24. maddesi).

Kamu görevlileri ile ilgili aşağıda belirtilen suçların tanımlanıp cezalandırılmasındaki amaç kamu görevlilerinin yetki dışı davranışlarına karşı vatandaşı korumak ve devlete duydukları güven duygularının kaybolmasını önlemektir.

Kamu görevlisi olan hekimlerin, irtikap (yiyicilik), rüşvet, görevi kötüye kullanma, yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama, dolandırıcılık, göreve ilişkin sırların açıklanması, zimmet suçlarında diğer kamu görevlilerinden ayrıcalıkları yoktur.

Bakanlıklar, üniversiteler, il özel idareleri, belediye, köy ve tüzel kişilerine bağlı hastaneler, sağlık ocakları ve diğer ünitelerde çalışan ya da kitler ve kamu özerk kuruluşlarında kamu hizmeti yürüten hekimler, kamu görevlisi sayılmaktadırlar. Özel çalışan hekimler de, aşı kampanyaları veya salgınların önlenmesi gibi durumlarda, devlet kurumlarının hizmetinde çalıştıkları zamanlarda, kamu görevlisi sayılırlar.

İRTİKAP (HAKSIZ ÇIKAR SAĞLAMA):

Görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına veya bu yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi icbar eden (zorlayan) kamu görevlisi, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır (TCK 250/1. madde).

Hekimin hasta ve yakınını kendisi tarafından yardım yapılmadığı taktirde kötü sonuçların meydana geleceğine inandırması (manevi cebir) ve bu manevi cebir (zorlama) altında mağdurun haksız olduğunu bildiği halde ödeme yapması veya vaat etmesi irtikap suçunu oluşturur (Yargıtay 5.Ceza Dairesi’nin 1980 tarihli, 4260/644 sayılı kararı)

Yukarıdaki fıkrada yazılı cürüm, ikna suretiyle işlenirse faile üç yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir (TCK 250/2. madde).

İkna (inandırma) yoluyla irtikap suçunda inandırma mağdurun rızasını aldatacak derecede olmalıdır. Basit öneriler ikna değildir. Burada asıl olan mağdurun rızası, ödemenin gerekliliğine inandırılarak(ikna) elde edilmelidir. Bu nedenle mağdur, yaptığı ödemenin haksız olduğunu bu ikna yoluyla bilmemektedir.

Kamu görevlisi, kanunen alınmaması gereken şeyi diğerinin hatasından yararlanarak almış bulunursa bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir (TCK 250/3. madde).

TCK’ nun 250. maddesi 3. bendinde mağdurun "hatasından yararlanılarak" işlenecek olan irtikap suçuna daha az ceza takdir edilmiştir. Hastanın tedavisinde gerekmediği halde hataen alınıp doktora verilen ilaç ve benzeri malzemenin doktor tarafından yanlışlık bilinmesine rağmen alınması ve şahsen bunlara sahip çıkılması da bir irtikap örneğidir.

RÜŞVET:

Rüşvet, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlanmasıdır (TCK’ nun 252/3. maddesi) ki bu durumlarda rüşveti veren de alan da sorumludur. Ceza yükümlülüğü dört yıl ile on iki yıl arasındadır (TCK’ nun 252/1. maddesi).

YETKİLİ OLMADIĞI BİR İŞ İÇİN YARAR SAĞLAMA:

Görevine girmeyen ve yetkili olmadığı bir işi yapabileceği veya yaptırabileceği kanaatini uyandırarak yarar sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan beş yıla kadar hapis ve adli para cezası ile cezalandırılır (TCK’ nun 255. maddesi)

GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA:

Bir kamu göreviyle görevlendirilen kişi, bu kamu faaliyetinin yürütülmesi sırasında görevinin gerekli kıldığı yükümlülüklere uygun hareket etmek zorundadır. Bu yükümlülüklerle bağdaşmayan davranışlar, belli koşullar altında suç olarak tanımlanmıştır. Görevi kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için, gerçekleştirilen fiilin, kamu görevlisinin görevi alanına giren bir konu ile ilgili olması gerekir.

Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır (TCK’ nun 257/1. maddesi). Eğer kişi aykırı davranış yerine ihmal veya gecikme göstererek bu fiili işlemiş ise cezası altı aydan iki yıla kadar hapis olarak tanımlanmıştır (TCK’ nun 257/2. maddesi). İrtikap suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi de bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacaktır (TCK’ nun 257/3. maddesi).

Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği’ nin 72. maddesine göre; “yatırılan hastanın ilk 24 saat içinde anamnezinin alınması, tabipten başka kimsenin anamnez alamayacağı, yatan her hastanın ilk muayenesinin ilgili tabiplerce hemen yapılıp her türlü laboratuar incelemesi ve tetkiklerinin mümkün olan en seri şekilde yapılarak sonuçlarının müşahede kağıtlarına yazılacağı” belirtilmekte olup; kendisine müracaat eden hastaların anamnez ve müşahedelerini diğer kişilere bırakan hekimler görevi ihmal etmiş sayılır.

Doktorun hastayı muayene edip reçete yazdıktan sonra ücret verilmediği gerekçesiyle reçeteyi yırtması görevi kötüye kullanmaktır.

Diğer taraftan bir hekimin ücret verilmediği taktirde ilacın alınmayacağını ve kendisinin zarar göreceğinin ileri sürerek hastayı ücret vermeye zorlaması (icbar) ve/veya inandırması (ikna etmesi) irtikap suçunu oluşturur.

DOLANDIRICILIK:

Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına yarar sağlama eylemi dolandırıcılık olarak nitelendirilmektedir (TCK’ nun 157. maddesi).

Sanığın çalıştığı kurumdan kendi adına sevk kağıdı alıp hastanede hilesini sürdürerek, kendisi yerine başkasını ameliyat ettirme eylemi kamu kurum ve kuruluşunu zarara uğrattığından nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturur (TCK’ nun 158. maddesi; Yargıtay 4. Ceza Dairesi’ nin, 1990 tarihli, 1990/3896E ve 1990/4406K sayılı kararları).

GÖREVE İLİŞKİN SIRRIN AÇIKLANMASI:

“Görevi nedeniyle kendisine verilen veya aynı nedenle bilgi edindiği ve gizli kalması gereken belgeleri, kararları ve emirleri ve diğer tebligatı açıklayan veya yayınlayan veya ne suretle olursa olsun başkalarının bilgi edinmesini kolaylaştıran kamu görevlisine, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilir” (TCK’ nun 258/1. maddesi) kamu görevi sona erdikten sonra bile aynı suçun işlenmesi aynı cezayı gerektirecektir.” (TCK’ nun 258/2. maddesi).

ZİMMET:

“Görevi nedeniyle zilyetliği (kontrolü) kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu malı kendisinin veya başkasının zimmetine geçiren kamu görevlisi, beş yıldan on iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” Eğer suç gizliliği sağlayacak hileli yollarla yapılmış ise ceza artacak, malın geçici süre kullanımı sonrası iadesi şeklinde işlenmiş ise ceza azalacaktır. (TCK’ nun 247. maddesi).

TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLERE YÖNELİK HEKİM TUTUMU VE YASAL DÜZENLEMELER

A-Cezaevi Hekiminin Görevleri:

Cezaevi hekimlerinin görev ve sorumlulukları ile cezaevi hekimi bulunmayan yerlerde bu işleri yürütecek belediye ve sağlık ocağı tabiplerinin yetki ve sorumlulukları Ceza İnfaz Kurumları ile Tevkif Evlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Tüzük’ te ayrıntılı olarak tanımlanmakta olup, böyle bir görev alan hekimin temel görevi bu tüzüğü okuyarak davranışlarını belirlemek olmalıdır.

Bu Tüzük hükümlerine göre:

· Cezaevi kurumlarında yeteri kadar tabip bulundurulur. Ancak özel tabibi bulunmayan kurumların sağlık işleri sağlık ocağı hekimleri veya belediye tabipleri tarafından asli görevlerini aksatmamak kaydıyla yerine getirilir (45. madde).

· Tabip; kurumun şartlarını düzenlemek, hükümlü ve tutuklularla kurum personelinin muayene ve tedavisini yapmakla yükümlüdür (37. madde).

· Tabip, kurumu sık sık denetler ve acele önlem alınmasını gerektiren önemli hastalıklar hakkında derhal müdüre rapor verir. En az on beş günde bir kez olmak üzere kurumu tamamıyla gezerek sağlık durumuna ve lüzumu halinde alınması gereken önlemlere dair düşüncesini raporla müdüre bildirir (38. madde).

· Tabip, kurum tarafından satın alınan bütün gıda maddelerini muayene ve bunların kabul veya reddine dair düzenlenecek tutanağı imza eder (39. madde).

· Tabip, temaruz eden (kandırmaya yeltenen) hükümlü ve tutuklularla tedaviden kaçmaya çalışanların ve kurumun sağlığını bozacak şekilde hareket edenlerin adlarını müdüre bildirir (40. madde).

· Tabip, kurumda çıkan hastalıkların türü ve hastalananların sayısına, hastalıkların önüne geçmek için uygun gördüğü önlemlere ve ayrıca iaşenin (devlet verilen besinler) kalitesine, miktarına ve dağıtım şekillerine, hükümlü ve tutuklular ile personelin temizliğine ve elbiseleri ile yatak takımlarına, kurumun sıhhi tesisat, ısıtma, aydınlatma ve havalandırma tesislerinin sağlık şartlarına uygun bir şekilde yürütülüp yürütülmediğine dair hususları, her ay sonunda, hazırlayacağı bir raporla müdüre bildirir. Müdür bu raporda belirtilen tavsiyelerin yerine getirilmesi için gerekli tedbirleri alır (41. madde).

· Zincir ve demire vurma önlem olarak uygulanamaz. Kelepçe, akıl hastaları için kullanılan gömlek ve benzeri bedensel hareketi kısıtlayıcı araçlar aşağıdaki haller dışında kullanılamaz:

a. Sevk ve nakil sırasında kaçmasını önlemek için

b. Tıp görevlisinin talimat ve gözetiminde olmak üzere tıbbi nedenlerle

c. Diğer kontrol yöntemlerinin yetersizliğinde hükümlü ve tutuklunun kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için müdürün emriyle tıp görevlisine derhal danışılması ve durumun ilgili idari makama bildirilmesi koşuluyla (172. madde).

· Hücre hapsi cezasının infazından önce hükümlü; tabip tarafından muayene edilir. Muayene sonunda hükümlünün bu cezaya katlanamayacağı anlaşılırsa, infaz sonraya bırakılır veya tabibin uygun göreceği aralıklarla yerine getirilir. Ceza süresi içinde hükümlü, tabibin gözetim ve denetimi altında bulundurulur (173. madde).

B- Hastanelere Getirilen Tutuklu ve Hükümlülere Yönelik Hekim Tutumu:

Hekim tutuklu ve hükümlülere de tamamen tarafsız olarak ve hasta haklarına uygun olarak yaklaşmalı, Kitabın “İnsan Hakları İhlalleri” bölümünde anlatıldığı üzere, gözaltı muayenelerinde tanımlanan prosedüre uygun olarak muayenelerini yapmalı, mahkum koğuşlarında bulundurulan hastaların tedavi ve bakımları aksatmamalı, gerekli sayıda sağlık personeli bulundurulmalı ve acil girişim için gerekli donanım sağlanmalı, hastaların tıbbi ve cerrahi tedavileri, tıp dışı nedenler ve dinamiklerle aksatılmamalıdır.

Tokyo Bildirgesinin ön deyişinde "Tıbbı insanlığın hizmetine sunmak, kişiler arasında herhangi bir ayrım yapmadan beden ve ruh sağlığını korumak ve iyileştirmek, hastaların acılarını dindirmek ve onları rahatlatmak, tıp doktorlarına tanınmış bir ayrıcalıktır" denilmektedir.

Gözaltına alınmış veya tutuklu ya da hükümlü kimselerin muayenelerine ilişkin diğer noktalar Kitabın “İnsan Hakları İhlalleri” başlığı altında ayrıntılı olarak anlatılmıştır.

HEKİMLERİN ADLİ HEKİMLİK HİZMETLERİ İLE İLGİLİ

GÖREV VE SORUMLULUKLARI

Hekimlerin adli sorumlulukları, ihbar (bildirim) yükümlülüğü (karşılaşılan adli olayları adli makamlara bildirmek), ve bilirkişilik görevleri şeklinde tanımlanabilir. Bunlardan ihbar yükümlülüğü aynı zamanda hekimlerin tanı koyucu ve tedavi edici hizmetleri içersinde yer alan sır saklama yükümlülüğü ile yakından ilişkili bulunması nedeniyle, “Hekimlerin Sır Saklama Ve İhbar (Bildirim) Yükümlülüğü” konu başlığı altıda ayrıntılı olarak anlatıldığı için, bu bölüm başlığı altında bu konuya ayrıca yer verilmemiştir.

BİLİRKİŞİLİK KAVRAMI

Adli olaylarda özel bilgisinden istifade edilen kimseye bilirkişi-ehlihibre-ehlivukuf denir. Yasalarımıza göre, soruşturma ve yargılama sürecinde çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve düşüncesinin alınmasına karar verilebilir.

HEKİMLERİN BİLİRKİŞİLİK YÜKÜMLÜLÜĞÜ

Türkiye’de hekimlik yapma yetkisine haiz her hekim, mahkemeler tarafından sağlık konusunda bilirkişilik hizmeti yapmak üzere görevlendirilebilir. Hekimin adli olgularda yapacağı muayene ve vereceği kararlar, hem sanık hem de mağdur tarafı ilgilendirdiğinden, adaletin oluşmasında oldukça önemli rol üstlenmektedir.

Hekimin bu görev ve sorumluluğu;

· Adli olguların ve ölülerin muayenelerinin yapılması;

· Otopsiye katılması,

· Çeşitli lezyonların saptanıp, tanınması (identifikasyon), travmatik lezyonların niteliğinin belirlenmesi,

· Kan, saç, sperm gibi biyolojik oluşumların incelenmesi,

· Suçlu, mağdur ve medeni haklarını kullanmak isteyenlerin durumlarının saptanması ve tanımlanması,

· Bunlara ait raporların yazılarak adli makamlara bildirmesi şeklindedir.

Hekimlerin bilirkişilik sorumlulukları aşağıda belirtilen yasalara dayanmaktadır.

1219 sayılı Tababet ve İlgili Mesleklerin Tarzı İcrasına Dair Kanun’ un 11. maddesi:

“Mahkemeler, bilirkişi olarak Türkiye’de hekimlik yapma yetkisine sahip hekimlere başvurabilirler”;

244 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine İlişkin Kanunun 10. maddesi’ nde;

“Sağlık ocağı hekimleri, kendi ocakları içinde adli tabiplik görevini sürdürürler”;

Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 11.7.1986 tarih ve 9058 sayılı genelgesi’ nde;

“Adli tıp hizmetleri, poliklinik hizmetleri ve memurların rapor hizmetleri esas itibariyle hastanelerde toplanmıştır. Hastane olmayan ilçelerde sağlık merkezlerinde bu görevler ifa edilecektir. Mesai saatleri dışında adli tıp hizmetleri sağlık müdürlüğünce düzenlenecek listeye göre, hastanede bulunan pratisyen hekim, kafi gelmediği taktirde sağlık ocaklarında bulunan pratisyen hekimler tarafından nöbetle ifa edilecektir”;

5017 sayılı Sağlık Bakanlığı Teşkilat Kanununun 31. maddesinde,

“Hükümet tabipleri (günümüzde sağlık ocağı tabipleri), adli tabip bulunmayan yerlerde ek görev olarak bunlara ait işleri de yaparlar” hükümleri yer almakta;

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 87. maddesinde,

Memurlara ikinci görev verilmesi yasaklanmış olmakla birlikte, “bilirkişilik görevi” aynı maddede belirtilen “istisnalar” olarak gösterilmektedir.

Her bölgede yeterince adli tıp uzmanı bulunmasının olanaksızlığı göz önüne alınarak adli tıp uzmanının bulunmadığı illerde veya adli tıp uzmanının bulunduğu illerin ilçe ve köylerinde, yukarıdaki maddeler kapsamında adli tıp uzmanının bazı görevlerini sağlık ocağı tabibi yapmaktadır.

ÇAPRAZ SORGU

Tanık dinleme işleminin doğrudan doğruya savcı ve müdafi tarafından yapılmasıdır. Anglo-Sakson hukukunda ise çapraz sorgu; "iddia ve savunma makamının kendi getirdikleri tanıkları önce kendilerinin sorguya çekmesi (direct-examination), daha sonra taraflardan birinin karşı tarafın tanıklarını sorgulaması (cross-examination), son aşama olarak da eksiklerin tamamlanması amacıyla tarafların kendi tanıklarını yeniden sorgulaması (re-examination) olarak tanımlanır. Bu tanımda yer alan tanık kavramı, sadece tanığı değil, bilirkişi ve hatta sanığı da kapsamaktadır.

Kolluk tarafından birden fazla memurun katılımı ile yapılan sorgulama çapraz sorgu değildir. Çapraz sorgu, yalnızca hâkim önünde ve ancak müdafi bulunan davalarda
gerçekleşebilecek bir mahkeme işlemidir.

Muhakemenin taraflarından birinin, aleyhte açıklamada bulunan tanığın açıklamalarına ve güvenilirliğine saldırmak, tanığın lehteki açıklamalarını desteklemek amacıyla yapılır. Bu amacın gerçekleşmesi için tanığa/bilirkişiye soru veya sorular serisi yöneltilir.

AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE ÇAPRAZ SORGU

Çapraz sorgu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin 3. fıkrasının (d) bendinde yer almaktadır. Sözleşmenin bu maddesine göre; "Her sanık ezcümle; iddia şahitlerini sorguya çekmek veya çektirmek, müdafaa şahitlerinin de iddia şahitleriyle aynı şartlar altında davet edilmesini ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek hakkına sahiptir. Bu maddeyle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine üye devletlere çapraz sorguyu uygulama yükümlülüğü getirilmiştir.

A.İ.H.S. 'nin S. maddesinin 3. fıkrasının (d) bendi; bir anlamda, adil yargılama açısından delillerin değerlendirilmesi, kısaca ispat konusuna ilişkin bir ilkeyi ortaya koymaktadır. Bent hükmüne göre savunma tanıktan da iddia tanıklarıyla aynı düzeyde bulunacak, aynı koşullar altında davet edilip, dinlenileceklerdir. Bu bent hükmü, "adil yargılama" kavramı içinde yer alan silahların eşitliği ilkesinin bir uzantısıdır. Tanıkların hem iddia hem de savunma tarafından sorgulanması, mahkemeye tanıkların ifadelerini ve bunlara yapılan itirazları dinleme fırsatı vermektedir. Hakkında bir suç isnadı bulunan herkes; aleyhindeki tanıklarla aynı koşullarda tanık dinletme ve sorgulama, kendi aleyhindeki tanıkları sorgulama ya da sorgulatma hakkına sahiptir.

Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi, A.İ.HLS.*nin olanak eşitliğini amaçlayan 6/3{d) bendinin, sanığın lehine olan her tanığın mahkemeye getirilmesini ve sorgulanmasını gerektirmemekle birlikte; taraflar arasında eşitlik gözetilmek koşuluyla, hangi tanıkların çağrılacağı konusunda bir mahkemenin takdir yetkisini adil yargılanma hakkına ve silahların eşitliği ilkesine uygun olarak kullanması gerektiğine karar vermiştir.

A.İ.H.M.’ ne göre savunma tanığının dinlenmesi istemini reddeden mahkeme, kendisini bu sonuca götüren gerekçeleri kararında göstermek zorundadır, aksi uygulama 6/3(d) maddesinin ihlalidir.

Türkiye'de tam çapraz sorgu düzenlemesi yoktur. Ancak CMK’ nun 231/2. maddesinde "Mahkemece, gerekli görülen tanıkların, bilirkişilerin dinlenilmesine karar verilir " hükmü yer almaktadır.

ÇAPRAZ SORGUNUN AMACI

· Belirsizlikleri aydınlatmak

· İtirazları bertaraf etmek

· Yanlış eğilimleri düzeltmek

· Tanığın ya tanık açıklamasının güvenilirliğini araştırmak ve sınamaktır.

SAVUNMANIN VE İDDİA MAKAMLARININ ÇAPRAZ SORGU YÖNTEMİYLE ELDE ETMEK İSTEDİKLERİ HUSUSLAR:

1. Karşı tarafın belirttiği bazı konuları açıklığa kavuşturmak;

2. Unutulmuş noktaları yakalamak.

3. Tam olarak anlaşılamayan bir tartışma veya konuşmanın açıklanmasını dinleme şansını elde etmek.

4. Karşı tarafa uygunsuz veya zayıf kanıt gösterdiği yerleri vurgulamak;

5. Delil tarafından yeterince desteklenmeyen tartışmaları gündeme getirmek.

6. Zayıf delil sonucu ortaya çıkan tartışmaları gündeme getirmek.

7. Karşı tarafın tanığının anlatanının hatalı olduğu, ikileme düştüğü noktaları göz önüne
sermek.

8. Aslen çok geçerliymiş gibi gözüken noktaların, hatalı yönlerini göz önüne
sermek.

9. Karşı tarafın davayı kazanma yolunu açacak kabuller yapmasını sağlamaktır.

Bu amacın gerçekleşmesi için tanığa soru veya sorular serisi yöneltilir. Yaşadığı yer ila ilgili sualler, daha önce bu olay hakkında konuşup konuşmadığı tanığa en çok sorulan sorulardır. Bunun dışında, test şeklinde veya açıklayıcı tipte sorular sorulmaktadır.

Çapraz sorgunun amacı, kanıtları derinlemesine incelemek, tanıktık etmesi için çağrılan kimselerin sözlerini dikkatlice irdeleyip, yararlı olan kısımları ayırmaktır.

Bu yöntem ile tanığın anlattığı konuların doğruluğu, geçerliliği ve tanığın kullandığı dil kontrol edilebilir. Ayrıca tanığın anlatımındaki inandırıcılık, anlatma yeteneği dikkatlice incelenir.

Çapraz sorgunun bir başka amacı da; karşı tarafın durumunu zayıflatmak ve karşı tarafın tanıklarım kullanarak sorgulayıcı tarafın kendi davasını oluşturmaktır.

Tanıklığı / Bilirkişiliği sınavdan geçirme çapraz sorgunun esas hedefidir.

Çapraz sorguda istenen:

· Temel sorguda ortaya çıkan tanıklığı yok etmek.

· Yok edilemiyorsa temel sorguda ortaya çıkan tanıklığı zayıflatmak.

· Çapraz sorguyu yapan tarafa yardımcı olacak yeni tanıklık elde etmek.

· Tanığın doğru söylediğine güvenilmeyeceğini yahut kendisi samimiyetle inansa bile gerçek bilgisi olmayan hususlara ilişkin tanıklık sunduğunu göstermek suretiyle inanılırlığını sarsmaktır.

Çapraz sorgu, karar merciini etkilemek amacıyla yapılır. Avukatın müvekkilini etkilemek amacıyla çapraz sorgu yapması, belki müvekkilinin intikam duygularını tatmin edebilir. Fakat bu ne müvekkilinin haklarının savunulmasına ne de adaletin gerçekleşmesine hizmet eder.

Çapraz sorguya başka türlü istenilen amaca ulaşılamadığı takdirde başvurulur. Çapraz sorguyu tam olarak kontrol etmek ve sonucunu tayin etmek mümkün değildir. Çapraz sorgu, başvuranın aleyhine de gelişebilir.

TANIK/BİLİRKİŞİLERİN ÖZELLİKLERİ NE OLMALIDIR?

Tanık / Bilirkişilerin görüşü bir uzmanlık görüşü olarak sunulduğunda, ilk olarak gerekli nitelikleri taşıdığı kanıtlanmalı, sonra güvenilir verilere ve gerçeklere dayandığı hakkında yargıçları tatmin etmelidir.

Uzman görüşü geçerli bilimsel veriler ve metodoloji ile desteklenmelidir.

Mahkeme, bir kanıt bilimsel yöntemlerle açık ve güvenilir şekilde ortaya konmuşsa, bunu bilimsel kanıt olarak kabul edilebilir bulmalıdır.

Güvenilirlik; test edilebilirlik (başarıyla tekrarlanabilen bir yöntem olması), hata oranlan(sonuçlan dar bir aralıkta sınırlayan yöntem olması) ve yayınlama / yorumlar (bilimsel topluluğun yöntemi kabul etmesi) gibi bazı şeffaf faktörlere dayanmalıdır.

Yasa yargıçlara hangi kanıtın bilimsel olduğunu belirleme yetkisi vermiştir.

Bir meslek sahibinin özel bilgilere sahip olması durumunda uzman tanıklığına izin verilmesi gerekir.

Sertifikayla belgelenmek kaydıyla uzmanlaşmanın gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Belli eğitim programlarından geçen personel kendi alanında bilirkişi olabilmelidir

Uzmanlar hem güçlü hem de yanıltıcı tanıklar olabilir. Bu açıdan duruşma yargıcı aşağıdakilere dikkat eder.

· Uzmanın kendi fikirlerini formüle etmede kullandığı teknik ve süreçlerdeki güvenirlilik doğrulanmalıdır.

· Desteksiz spekülasyonlar ya da sübjektif gerçekleri içeren fikirleri ayıklanmalıdır.

· İfadenin bilimsel metotlar ve prosedürlere dayandığı doğrulanmalıdır.

Bu süreçte duruşmada bilirkişi uzmanın teori ya da tekniğinin az ya da çok test edilir olup olmadığı, herhangi bir yayında bu duruma uygun bir emsal olup olmadığı, bilinen ya da potansiyel görülen hata payının ne kadar olduğu ve ilgili bilimsel topluluklarca kabul görüp görmediği tartışılabilir.

Uzman ifadesi ancak yetkin gerçekler ve verilerle desteklendiği takdirde geçerlidir.

Müvekkilin serbest kalmasını sağlamalı için, bilirkişinin yetersizliği, yada suç işlediğini düşündürmek amacıyla avukat bilirkişiye yüklenebilir. Unutulmamalıdır ki "en iyi savunma saldırıdır". Bu durumda Müdafi, müvekkilin ne kadar iyi insan olduğunu değil, bilirkişinin olumsuzluklarını yansıtmak amacım güdecektir.

Tanığın / Bilirkişinin açıklamasının değerini düşürmek ve tanığın güvenilirliğini sorgulamak amacıyla davanın sonucundan beklediği kişisel veya ekonomik bir yarar olup oluşuna ilişkin sorular sorulabilir.

Tanığın önceki beyanları ile şimdiki beyanları arasındaki çelişkiler, tanığın sesinin kötülüğü veya tanığın daha önceki hükümlülüğü belirtilebilir.

Çapraz sorguda suiistimal, gerçek dışılık, eski hükümlülük, ruh hastalığı, uyuşturucu bağımlılığı ve çıkar karşılığı iş yapmalar ileri sürülebilir.

Beraatla sonuçlanmış ithamlar çapraz sorguya konu olmazlar.

Onur kırma ve taciz kastıyla çapraz sorgu yapılamaz.

Tanığın duruşmada yeminli olarak yaptığı açıklamasının doğruluğuna test etmek amacıyla önceki her çeşit ifadesi; sözlü veya yazılı, yeminli veya yeminsiz oluşuna bakılmaksızın kullanılabilir.

Çapraz sorgu, ancak müdafi bulunan davalarda olur. Sanığın böyle bir sorguya hakkı, yoktur Eğer sanık, bir müdafi tarafından temsil edilmiyorsa ona bu hakkın hatırlatılır.

ÇAPRAZ SORGUDA HAZIRLANMA

· Etkili bir çapraz sorgu uygulaması için asıl olan çok iyi hazırlanmaktır.

· Taraflar bir ön hazırlık yapmalıdır.

· Ön hazırlığa yeterli zaman ayrılmalıdır.

· Ön hazırlıkta, önemli hususlar üzerinde yeterince çalışılmalı ve davanın genel olarak olgunlaşması sağlanmalıdır.

· Çapraz sorgu yapacak olan taraf bir dava teorisi geliştirmelidir.

· Dava teorisine dayanan bir strateji geliştirilmelidir. (muhakemenin yürütülmesi plânı)

· Plan, çapraz sorgulamada üzerinde durulacak ana noktalan ve uygulanacak noktalan içermelidir.

· Plân, tanığın gerçekte ne söylediğine ve nasıl söylediğine göre değişiklik yapılabilecek esneklikte olmalıdır.

· Plan, sorulacak sorular listesi değil, bir rehber niteliğinde olmalıdır.

· Bütün dava son derece ayrıntılı olarak incelenip bir kronoloji ve özet hazırlanmalıdır.

· İspatlamaya çalışılan net bir şekilde belirlenmelidir.

· Her bir tanık / bilirkişi için ayrı ayrı birer soru listesi hazırlanmalıdır.

· Duruşmadan 1-2 gün önce taraflar kendi tanıklarını sorgulamalıdır.

ÇAPRAZ SORGU NE ZAMAN UYGULANIR ?

Ø Gerçekten gerekli olduğu zaman. Amaçsız çapraz sorgu, zaman kaybından başka bir şey değildir ve uygulayan tarafa zarar verir.

Ø Tanığın beyanı tam ve doğru kabul ediliyorsa, o tanığı çapraz sorguya almaktansa hiç dokunmamak daha yararlı olabilir.

Ø Aynı şekilde fazla önemli olmayan bir tanığın çapraz sorguya alınması, onu gereksiz yere, olduğundan daha önemli hale getirebilir.

ÇAPRAZ SORGU ÇEŞİTLERİ

Çapraz sorgulamanın amacı, tanık açıklamalarının değerini kuvvetlendirmek veya zayıflatmak olabilir.

Yapıcı çapraz sorgunun amacı, tanık açıklamasının desteklenmesidir.

Yıkıcı çapraz sorgu, tanığın aleyhteki açıklamalarının etkisini zayıflatmak, eğer mümkünse ortadan kaldırmak amacıyla yapılır.

Çaba raporu ya hatalı ve gerçeklikten yoksun ya da tanığı/bilirkişiyi güvenilmez olarak göstermek içindir.

Hakimin kafasının karışması, savunmanın işine yarar ve şüpheden sanık yararlanır.

Bilirkişinin beyanına karşılık, hazırladığı rapor veya yazının hemen öne sürülmesi, aykırılığı açıklaması ve geri adım atması için fırsat yaratır. Bu yüzden tecrübeli çapraz sorgulayıcılar genellikle tanığın sözlerini birkaç kez tekrarlatıp dil sürçmesi veya yanlış anlama ile açıklamasına imkân kalmayacak duruma getirdikten sonra, tanığın yazdıklarını ileri sürerler veya tanığın yazdıkları ila söyledikleri arasındaki çelişkiyi kapanış konuşmasında işlerler.

ÇAPRAZ SORGUDA YÖNTEMLER

Çapraz sorguya tanık açıklamasının gerçek dışı olduğuna ilişkin saldırı ile başlanabilir ve böylelikle zordan kolaya doğru bir sıra izlenebilir.

Bu yöntem, tanığın kafasını karıştırıp sonraki açıklamalarında kuşkuya düşürebilir. Bu yöntemin uygulanmasında hızlı soru sormak, sorgulamaya sert başlamak, çelişkileri ortaya çıkarmak, tutarsızlığı ve imkânsızlığı göstermek ve çatışan bilgileri karşı karsıya getirmek yöntemleri kullanılır.

Çapraz sorguda, açık bir sıralama da uygulanabilir. Açık sıralama, açıklığa kavuşturulmuş yardımcı delillere dayanabilir ve tanıkta güven uyandırmayı amaçlar. Böyle bir çapraz sorguya, avutucu bir şekilde başlanır ve önceki ifadesinin bittiği yerden devam edilir. Bilirkişi şaşırır. Yaklaşım çok hoştur. Kendisine çok saldın olacağı şeklinde aldığı uyanlar boş çıkmıştır. Evet, evet diye başlanıp , ritme kapıldığında aniden tuzak soru gelebilir. Avukatın sorulan açık ve net dinlenmelidir. Sorunun sonuna dek beklenmeli, hemen yanıt verilmemelidir.

Gerginlik nedeniyle bir an önce bitirilip gitme isteği yüzünden cümlenin ortasında yanıt verilmemelidir.

YENİ ANLAMLAR

Tanığı dinleten tarafın yaptığı sorgulamada elde edilen açıklamalar doğruysa, yapılacak iş, çapraz sorgulama sırasında bunlardan yeni anlamlar çıkarmaktır.

Yeni anlamlar çıkarma, bir bakıma dolaylı olarak yeni bulgular üretmektir. Bunlar tanığın algılamalarından veya yorumlamalarından dikkatlice çıkarılabilir.

Uygulamada, hissedişe dayalı açıklamaların doğruluğunu tespit etmek için çok Katı testler uygulamak kolay değildir. Dikkatle yöneltilen yönlendirici sorulana tanığın önceki ifadesinde küçük düzeltmeler yapması, biraz da baskı yapılarak arzu edilen yeni anlama doğru sevk edilebilir.

SORULACAK SORULARIN SEÇİMİ

Sorular, çapraz sorguyu seçmekten beklenen sonuçlan doğurabilmektedir. Tanıklara mahkemeyi kandıracak, yanlış yönlendirecek, cevaplan bulunamayacak veya tahmin edilemeyecek sorular sorulmamalıdır. Sorular küçük adımlar halinde, kontrollü ve dikkatli bir şekilde sorulmalı; ortak bir duyarlılığın, taktiğin ve dilin doğal kullanımı olmalıdır.

Mantıksız veya hukuka aykırı sorulara, çapraz sorguda yer yoktur

Çapraz sorguda serbest anlatım, tanığın gerçekleri olduğundan daha önemli ya da yanlış göstermesine sebep olacağından, kontrollü sorular tercih edilir.

Çapraz sorguda yönlendirici ve ipucu verici soruların sorulması mümkündür. Böylelikle tanığın doğrudan yanıtı istenen konuya gelmesi sağlanır.

Soru, çapraz sorguyu yapanın kişisel yorumlarını üstü kapalı bir şekilde ihtiva edebilir, hatta biraz alay içerebilir. Örneğin "gerçekten üst kattaki pencereden atladığınızı mı ima ediyorsunuz?"

TANIK / BİLİRKİŞİNİN GÜVENİLİRLİĞİ

Bir tanığın / bilirkişinin uzman hekim aracılığıyla fiziksel ya da akli özrü nedeniyle sunduğu tanıklığın inanılmaz olduğu gösterilebilir.

TANIK / BİLİRKİŞİNİN YANIT VERMEYECEĞİ DURUMLAR

Özel hayatın gizliliği, meslek sırrı, kamu yaran gibi nedenlerle ayrıcalık kurumu kapsamına giren bazı hususlarda, tanıkların yöneltilen sorulara yanıt vermeme hakkı vardır. Doktor İte hasta, avukat ile müvekkil, kan ile koca arasındaki ilişkiler buna örnektir.

BILIRKIŞILERIN ÇAPRAZ SORGUDA DIKKAT ETMESI GEREKEN DURUMLAR

· Bilirkişi, mahkemenin uzmanlığını anlamasını sağlamalı ve tarafsız şekilde işinin yapacağını göstermelidir.

· Bilirkişinin raporunu hazırlarken ucuza kaçmaması gerekir. Görevi her şeyi belgelemektir. Hangi belgenin duruşma sırasında önemli olduğu bilinemez.

· Hatanız varsa, söylendiğinde verdiğiniz tepki güvenilirliğinizi zedeler.

· Her ne olursa olsun, hile bile yapsanız doğruyu söyleyin

· Doğruluğundan emin olmadığınız bir konuyu savunmayın.

· Tahminde bulunmayın.

· Eğer bir Şemada yer gösterilmesi istenirse bir nokta değil bir daire gösterilmelidir. Bir tanık bîr nokta, diğer başka bir nokta gösterilebilir.

· Bilemediğinizi söylemekten endişelenmeyin. En kötü durum bitmiyorum demek yerine uydurulduğunda çıkar.

· Bir olay için her türlü kanıt değerlidir. Rapor düzenlemek her şey demek değildir. Bunu sunmak da önemlidir.

· Bir savunma avukatı, o davada bilirkişiden daha iyi çalışmıştır. Bilirkişiyi oyuna getirmeye çalışacaklardır

· Yapılan hatalar bilirkişinin güvenilirliğini azaltır. Yetersizliği gündeme gelebilir.

· Gerek teslim etmeden önce, gerekse ifadeden önce raporunuzu baştan sona ezberlemeniz gerekir.

· Sesinizle ve vücut dilinizle kendinize olan güveni gösterin.

· Mantıklı ve düzgün bir şekilde sorulara cevap verin.

· Sadece sorulara yanıt verin, siz soru sormayın.

· Çapraz sorgulayıcının zamanını harcayın ama bunu çok abartmayın.

· Değişik anlamlar yüklü sorutan yanıtlamayın.

· Savunma size çelişen bir ifade söyletmeye çalışabilir. Savunma avukatının sorusunu tekrarlatmaktan çekinmeyin.

· Yanıtınızı vermeden önce dikkatlice düşünün. Söyleyeceğiniz şeylerin doğruluğundan kendinizin sorumlu tutulacağınızı unutmayın.

· Anlamını tam olarak kavrayamadığınız sorulara dikkatli yanıt verin. Ancak bu soru ile ilgili koşullar, tam olarak bilmediğiniz tüm sorulan yanıtsız bırakmanızı gerektirmez.

· Gönüllü olarak bilgi vermeyin.

· Çapraz Sorguyu yapan kişinin bir sonraki sorusunu tahmin etseniz bile, bunu belli etmeyin.

· Sorguyu yapan kişiyle tartışmaya girmeyin.

· Bir sorunun gerektiği gibi kısa ve öz sorulmadığı durumlarda, "Tam olarak ne sorduğunuzu anlayamadım." diyerek yanıt verin

· Gereksiz açıklama ve konuşmalar yapmayın.

· Çoğu zaman, siz bir konuşmaya başladığınızda karşı taraf kibarca "Lütfen artık konuya girebilir miyiz?" diyerek sizi yargıcın önünde küçük düşürmeye çalışabilir.

· Kesin emin olmadığınızda yada hatırlamadığınızda tahminde bulunmayın. Tam hatırlayamıyorsanız notlanma bakabilir miyim diyebilirsiniz.

· Gereksiz detaylardan kaçının, ne kadar çok detaya girerseniz o kadar çok soruyla karşılaşırsınız

· Olayı mümkün olduğunca sade ve direkt olarak anlatın. dolaylı yollan kullanmayın

· Kabalığa Kibarlıkla Karşılık Verin. Tahrik edici sorularla karşılaştığınızda strese kapılmayın ve saldırgan davranışlarda bulunmayın.

· Karşı tarafın düşmanca ve saldırgan bir tavır takınması halinde, ona aynı şekilde cevap vermeyin.

· Savunma avukatının tuzak soruşturma dikkat edin. Aynı yanıtlara ait iki farklı şekilde soru sorulabilir. Su tip «oralar tuzak sorulardır. Yanıt verirken yanlış anlaşılacak şekilde değil net ve açık konuşun.

· Sizinle aynı konuda ifade verecek kişilerle duruşma öncesi görüşün ve caydırıcı ifade vermemek için olayı kronolojik sıraya göre tekrar gözden geçirin

· Mahkemeye çok aç ya da çok tok olarak gitmeyin.

· Tüm zaman boyunca yargıca bakın. Şunu unutmamak gerekir ki; çapraz sorgunun amacı yargıcı ikna etmektir, karşı tarafı değil.

· Mahkemenin bir savaş alanı olmadığını unutmayın.

· Gördükleriniz ile duyduklarınızı birbirlerinden ayırın. Duyduklarınızı görmüş gibi anlatmayın.

· Bilirkişi beden dilini iyi kullanmalıdır.

· Genzinizi temizleyin, su için, tuvalet İhtiyacınız varsa ara isteyin. Tuvalet ihtiyacı gerekliyse ileri geri sallanmak yerine izin istenmelidir.

Mahkemeye bilirkişinin girdiği anda bir çok kişi kendisini izliyor olacaktır. Bilirkişi avukatın kendisiyle ilgili soruyu nereye götüreceğini anlayıp önceden ıklama yaparak önünü kesebilir. Açıktama yapmadan önce soruya cevap verin, evet ya da hayır diye cevaplanması, gereken soruya uzun uzun anlatmaya başlamak yanlıştır. Taraflardan birinin avukatıymış gibi görünürsünüz. Tarafsızlığım lekeler öncelikle "evet teorik olarak bu mümkündür. Ama pratik açıdan bunun böyle olmadığına dair 4 sebep açıklamama izin verin" diye vereceğiniz ifade üzerine hakim merak edip izin verecektir.

Unutulmamalıdır ki çapraz sorgu, tanık/bilirkişi ile avukat arasında beyinsel bir düellodan ibarettir.

YASALARIMIZDA BİLİRKİŞİLİK,

BİLİRKİŞİNİN HAK VE YÜKÜMLÜLÜKLERİ İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

BİLİRKİŞİNİN ATANMASI

CMK’ nun 63. maddesi:

1. Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına re'sen, Cumhuriyet savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın, müdafiinin veya kanuni temsilcinin istemi üzerine karar verilebilir. Ancak hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözülmesi olanaklı konularda bilirkişi dinlenemez.

2. Bilirkişi atanması ve gerekçe gösterilerek sayısının birden çok olarak saptanması, hâkim veya mahkemeye aittir. Birden çok bilirkişi atanmasına ilişkin istemler reddedildiğinde de aynı biçimde karar verilir.

3. Soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı da bu maddede gösterilen yetkileri kullanabilir.

HMUK’ nun 275. maddesi:

“Mahkeme, Çözümü özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözülmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez.”

BİLİRKİŞİ OLARAK ATANABİLECEKLER

CMK’ nun 64. maddesi:

1. Bilirkişiler, il adli yargı adalet komisyonları tarafından her yıl düzenlenen bir listede yer alan gerçek veya tüzel kişiler arasından seçilirler. Cumhuriyet savcıları ve hâkimler, yalnız bulundukları il bakımından yapılmış listelerden değil, diğer illerde oluşturulmuş listelerden de bilirkişi seçebilirler. Bu listelerin düzenlenmesine veya listelerde yer verilenlerin çıkarılmalarına ilişkin esas ve usuller, yönetmelikte gösterilir.

2. Atama kararında, gerekçesi de gösterilmek suretiyle, birinci fıkrada belirtilen listelere girmeyenler arasından da bilirkişi seçilebilir.

3. Kanunların belirli konularda görevlendirdiği resmi bilirkişiler öncelikle atanırlar. Ancak kamu görevlileri, bağlı bulundukları kurumla ilgili davalarda bilirkişi olarak atanamazlar.

4. Bilirkişi olarak atanan bir tüzel kişi ise, kendisi adına incelemeyi yapacak gerçek kişi veya kişilerin isimlerini, bilirkişi atayacak yargı merciinin onayına sunar.

5. Listelere kaydedilen bilirkişiler, il adli yargı adalet komisyonu huzurunda "Görevimi adalete bağlı kalarak, bilim ve fenne uygun olarak, tarafsızlıkla yerine getireceğime namusum ve vicdanım üzerine yemin ederim." sözlerini tekrarlayarak yemin ederler. Bu bilirkişilere görevlendirildikleri her işte yeniden yemin verilmez.

6. Listelerde yer almamış bilirkişiler, görevlendirildiklerinde kendilerini atamış olan merci huzurunda yukarıdaki fıkrada öngörülen biçimde yemin ederler. Yeminin yapıldığına ilişkin tutanak hâkim veya Cumhuriyet savcısı, zabıt kâtibi ve bilirkişi tarafından imzalanır.

7. Engel bulunan hâllerde yemin yazılı olarak verilebilir ve metni dosyaya konulur. Ancak bu hâle ilişkin gerekçenin kararda gösterilmesi zorunludur.

BİLİRKİŞİLİĞİ KABUL YÜKÜMLÜLÜĞÜ

CMK’ nun 65. maddesi:

1. Aşağıda belirtilen kişi veya kurumlar, bilirkişilik görevini kabul etmekle yükümlüdürler:

a. Resmi bilirkişilikle görevlendirilmiş olanlar ve 64 üncü maddede belirtilen listelerde yer almış bulunanlar.

b. İncelemenin yapılması için bilinmesi gerekli fen ve sanatları meslek edinenler.

c. İncelemenin yapılması için gerekli mesleği yapmaya resmen yetkili olanlar.

ATAMA KARARI VE İNCELEMELERİN YÜRÜTÜLMESİ

CMK’ nun 66. maddesi:

1. Bilirkişi incelemesi yaptırılmasına ilişkin kararda, cevaplandırılması uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren sorularla inceleme konusu ve görevin yerine getirileceği süre belirtilir. Bu süre, işin niteliğine göre üç ayı geçemez. Özel sebepler zorunlu kıldığında bu süre, bilirkişinin istemi üzerine, kendisini atayan merciin gerekçeli kararıyla en çok üç ay daha uzatılabilir.

2. Belirlenen süre içinde raporunu vermeyen bilirkişi hemen değiştirilebilir. Bu durumda bilirkişi, o ana kadar yaptığı işlemleri açıklayan bir rapor sunar ve görevi sebebiyle kendisine teslim edilmiş olan eşya ve belgeleri hemen geri verir. Bu bilirkişi, 64 üncü maddede öngörülen listelerden çıkarılabileceği gibi; gecikme dolayısıyla uğranılmış zararları ödemesine de karar verilebilir.

3. Bilirkişi, görevini, kendisini atamış olan merci ile ilişki içinde yerine getirir, gerektiğinde bu mercie incelemelerindeki gelişmeler hakkında bilgi verir, yararlı görülecek tedbirlerin alınmasını isteyebilir.

4. Bilirkişi, görevini yerine getirmek amacıyla bilgi edinmek için şüpheli veya sanık dışındaki kimselerin de bilgilerine başvurabilir. Bilirkişi, uzmanlık alanına girmeyen bir sorun bakımından aydınlatılmasını isteyecek olursa; hâkim, mahkeme veya Cumhuriyet savcısı, nitelikli ve konusunda bilgisiyle tanınmış kişilerle bir araya gelmesine izin verebilir. Bu şekilde çağrılan kişiler yemin eder ve verecekleri raporlar, bilirkişi raporunun tamamlayıcı bir bölümü olarak dosyaya konulur.

5. İlgililer de merciinden, incelemeler yapılırken bilirkişiye teknik nitelikte bilgiler verebilecek olan ve ismen belirleyecekleri kişileri dinlemeleri veya bazı araştırmaların yapılması hususlarında karar verilmesini isteyebilir.

6. Gerekli olması halinde, bilirkişi, mağdur, şüpheli veya sanığa mahkeme başkanı, hâkim veya Cumhuriyet savcısı aracılığı ile soru sorabilir. Ancak, mahkeme başkanı, hâkim veya Cumhuriyet savcısı, bilirkişinin doğrudan soru sormasına da izin verebilir. Muayene ile görevlendirilen hekim bilirkişi, görevini yerine getirirken zorunlu saydığı soruları, hâkim, Cumhuriyet savcısı ve müdafi bulunmadan da mağdur, şüpheli veya sanığa doğrudan doğruya yöneltebilir.

7. Bilirkişiye inceleyeceği şeyler mühür altında verilmeden önce bunların listesi ve sayımı yapılır. Bu hususlar bir tutanakla belirlenir. Bilirkişi, mühürlerin açılmasını ve yeniden konulmasını yine tutanakla belirtmek ve bir liste düzenlemekle yükümlüdür.

BİLİRKİŞİ RAPORU, UZMAN MÜTALAASI

CMK’ nun 64. maddesi:

1. İncelemeleri sona erdiğinde bilirkişi yaptığı işlemleri ve vardığı sonuçları açıklayan bir raporu, kendisinden istenen incelemeleri yaptığını ayrıca belirterek, imzalayıp ilgili mercie verir veya gönderir. Mühür altındaki şeyler de ilgili mercie verilir veya gönderilir ve bu husus bir tutanağa bağlanır.

2. (2) Birden çok atanmış bilirkişiler değişik görüşleri yansıtmışlarsa veya bunların ortak sonuçlar üzerinde ayrık görüşleri varsa, bu durumu gerekçeleri ile birlikte rapora yazarlar.

3. Bilirkişi raporunda, hâkim tarafından yapılması gereken hukuki değerlendirmelerde bulunulamaz.

4. Bilirkişi tarafından düzenlenen rapor örnekleri, duruşma sırasında Cumhuriyet savcısına, katılana, vekiline, şüpheliye veya sanığa, müdafiine veya kanuni temsilciye doğrudan verilebileceği gibi; kendilerine iadeli taahhütlü mektupla da gönderilebilir.

5. Bilirkişi incelemeleri tamamlandığında, yeni bilirkişi incelemesi yapılması veya itirazların bildirilmesi için istemde bulunabilmelerini sağlamak üzere Cumhuriyet savcısına, katılana, vekiline, şüpheliye veya sanığa, müdafiine veya kanuni temsilciye süre verilir. Bu kişilerin istemleri reddedildiğinde, üç gün içinde bu hususta gerekçeli bir karar verilir.

6. Cumhuriyet savcısı, katılan, vekili, şüpheli veya sanık, müdafii veya kanuni temsilci, yargılama konusu olayla ilgili olarak veya bilirkişi raporunun hazırlanmasında değerlendirilmek üzere ya da bilirkişi raporu hakkında, uzmanından bilimsel mütalaa alabilirler. Sadece bu nedenle ayrıca süre istenemez.

DURUŞMADA BİLİRKİŞİNİN AÇIKLAMASI

CMK’ nun 68. maddesi:

1. Mahkeme, her zaman bilirkişinin duruşmada dinlenmesine karar verebileceği gibi, ilgililerden birinin istemesi halinde de açıklamalarda bulunmak üzere duruşmaya çağırabilir.

2. Yaptıkları açıklamalardan sonra mahkeme başkanı veya hâkim, çekilmelerine izin vermedikçe, bilirkişiler duruşma salonunda kalırlar; ancak salona teker teker alınıp birbirinden ayrı olarak dinlenmeleri zorunlu değildir.

3. Cumhuriyet savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın, müdafiin veya kanuni temsilcinin istemi üzerine bilimsel mütalaa hazırlayan uzmanın duruşmada dinlenmesi hususunda da yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanır.

BİLİRKİŞİNİN REDDİ

CMK’ nun 69. maddesi:

1. Hâkimin reddini gerektiren sebepler, bilirkişi hakkında da geçerlidir.

2. Cumhuriyet savcısı, katılan, vekili, şüpheli veya sanık, müdafii veya kanuni temsilci, ret hakkını kullanabilirler. Hâkim veya mahkeme tarafından atanan bilirkişinin adı ve soyadı, engel sebepler olmadıkça ret hakkına sahip olanlara bildirilir.

3. Ret istemini davayı görmekte olan hâkim veya mahkeme inceler. Soruşturma evresinde, Cumhuriyet savcısınca kabul edilmeyen ret istemi sulh ceza hâkimince incelenir. Reddi isteyen kişi, bunun nedenini, dayandığı olguları göstererek açıklamakla yükümlüdür.

BİLİRKİŞİLİKTEN ÇEKİNME, BİLİRKİŞİ OLARAK DİNLENEMEYENLER

CMK’ nun 70. maddesi:

1. Tanıklıktan çekinmeyi gerektirecek sebepler bilirkişiler hakkında da geçerlidir. Bilirkişi, geçerli diğer sebeplerle de görüş bildirmekten çekinebilir.

Bu itibarla;

· Şüpheli veya sanığın nişanlısı, evlilik bağı kalmasa bile şüpheli veya sanığın eşi, şüpheli veya sanığın kan hısımlığından veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyu, şüpheli veya sanığın üçüncü derece dahil kan veya ikinci derece dahil kayın hısımları, şüpheli veya sanıkla aralarında evlâtlık bağı bulunanlar bilirkişilikten çekilebilirler (CMK; madde 45)

· Hekimler, diş hekimleri, eczacılar, ebeler ve bunların yardımcıları ve diğer bütün tıp meslek veya sanatları mensuplarının, bu sıfatları dolayısıyla hastaları ve bunların yakınları hakkında öğrendikleri bilgileri açıklamak zorunda kalacaklarsa.(ilgilinin rızasının varlığı halinde, çekinemez.) bilirkişilikten çekilebilirler (CMK, madde 46/b)

· Hekim kendisini istenilen bilirkişilik konusunda yetersiz buluyor ise, bu gerekçesini göstererek bilirkişilik görevinden çekilme isteğini bildirmelidir (CMK. Madde 70) Ancak bu istemi kabul edilmemesi halinde, daha sonra herhangi bir cezai yaptırımla karşılaşmamak için bilirkişilik görevini yerine getirmek durumundadır.

· Ölümünden hemen önceki hastalığında öleni tedavi etmiş olan tabibe, otopsi yapma görevi verilemez. Ancak, bu tabibin otopsi sırasında hazır bulunması ve hastalığın seyri hakkında bilgi vermesi istenebilir (CMK madde 87/3) [Bu kanun maddesinin hazırlanması sırasında, hekimin yanlış bir tedavi sonucu veya bilgisizliği yüzünden hastanın ölümüne yol açması halinde otopside bu bulguları ortadan kaldırabileceği veya raporunda belirtmeyebileceği düşüncesinden hareket edilmiştir.]

· Mahkeme başkanı veya hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından gerekli görüldüğünde 45, ve 46 inci maddelerde gösterilen hâllerde bilirkişi, bilirkişilikten çekinmesinin dayanağını oluşturan olguları bildirir ve bu hususta gerektiğinde kendisine yemin verdirilir.

GÖREVİNİ YAPMAYAN BİLİRKİŞİ HAKKINDAKİ İŞLEM

CMK’ nun 71. maddesi:

1. Usulünce çağrıldığı hâlde gelmeyen veya gelip de yeminden, oy ve görüş bildirmekten çekinen bilirkişiler hakkında 60 inci maddenin birinci fıkrası hükmü uygulanır.

Bu itibarla;

· Yasal bir sebep olmaksızın bilirkişilikten veya yeminden çekinen bilirkişi hakkında, bundan doğan giderlere hükmedilmekle beraber, yemininin veya bilirkişiliğin gerçekleştirilmesi için dava hakkında hüküm verilinceye kadar ve her hâlde üç ayı geçmemek üzere disiplin hapsi verilebilir. Kişi, bilirkişiliğe ilişkin yükümlülüğüne uygun davranması halinde, derhâl serbest bırakılır (CMK, madde:60)

· Ayrıca TCK’ nun 257. maddesi gereğince, “görevi kötüye kullanma” suçlaması ile de karşı karşıya kalabilir.

BİLİRKİŞİ GİDER VE ÜCRETİ

CMK’ nun 72. maddesi:

1. Bilirkişiye, inceleme ve seyahat gideri ile çalışmasıyla orantılı bir ücret ödenir.

GERÇEĞE AYKIRI BİLİRKİŞİLİK

TCK’ nun 278/1 nci maddesi

Yargı mercileri veya suçtan dolayı kanunen soruşturma yapmak veya yemin altında tanık dinlemek yetkisine sahip bulunan kişi veya kurul tarafından görevlendirilen bilirkişinin gerçeğe aykırı mütalaada bulunması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

HEKİMLERİN AKADEMİK YAŞAMDA KARŞILAŞTIKLARI SORUNLAR

HEKİMLERİN İNSANLAR ÜZERİNDE GERÇEKLEŞTİRDİĞİ BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR

Hekimler, bilimsel araştırmaları yürütürken belli yasal prosedürlere uymak zorundadırlar. Anayasamızın 17 maddesinde ““Herkes yaşama ve manevi varlığını geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz, rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz" hükmü yer almaktadır.

Türk Ceza Kanunu’ nun 90 ncı maddesinde insan üzerinde deneyle ilgili hükümlere yer verilmektedir Bu hükümler gereğince, insan üzerinde deney yapılabilmesi için öncelikli şartlar, üzerinde deney yapılacak kişinin rızasını bulunması (TCK 90/2. madde), çocuk olmaması (18 yaşını bitirmiş olması) (TCK 90/3. madde) dır.

Daha sonra:

· Deneyle ilgili olarak yetkili kurul ve makamlardan gerekli iznin alınmış olması;

· Deneyin öncelikle insan dışı deney ortamında veya yeterli sayıda hayvan üzerinde yapılmış olması;

· İnsan dışı deney ortamında veya yeterli sayıda hayvan üzerinde yapılan deneylerin sonucunda ulaşılan bilimsel verilerin, varılmak istenen hedefe ulaşmak açısından bunların insan üzerinde de yapılmasını gerekli kılması;

· Deneyin insan sağlığı üzerinde öngörülebilir zararlı ve kalıcı bir etki bırakmaması;

· Deney sırasında kişiye insan onuruyla bağdaşmayacak ölçüde acı verici yöntemlerin uygulanmaması,

· Deneyle varılmak istenen amacın, bunun kişiye yüklediği külfete ve kişinin sağlığı üzerindeki tehlikeye göre daha ağır basması;

· Deneyin mahiyet ve sonuçları hakkında yeterli bilgilendirmeye dayalı olarak açıklanan rızanın yazılı olması ve herhangi bir menfaat teminine bağlı bulunmaması

gerekmektedir (TCK 90/2. madde).

Burada deney tanımlaması; bilimsel çalışmaların ilk aşamaları için kullanılan bir terim olarak yer almaktadır. Rıza ve belirtilen diğer ilkelere dayalı olmayan insan üzerindeki bilimsel deneyler bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacaktır (TCK 90/1. madde). Bu eylemin işlenmesi sonucunda mağdurun yaralanması veya ölmesi halinde, kasten yaralama veya kasten öldürme suçuna ilişkin hükümler uygulanacaktır (TCK 90/5. madde).

Yasanın içersinde yer bulan deneme sözcüğü ise; bilimsel amaçlı deneylerin sonuçlarının, henüz bir kesinliğe varmasa da, hastalığın tedavisi konusunda ulaştığı somut bazı faydalarından yola çıkılarak hasta bir insana uygulanması işlemini ifade etmekte olup, hasta üzerinde rıza dışı ve tedavi amaçlı denemelerin bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı; ancak bilinen tıbbi müdahale yöntemlerinin uygulanmasının sonuç vermeyeceğinin anlaşılması üzerine, kişi üzerinde yapılan rızaya dayalı, bilimsel amaçlara uygun tedavi amaçlı denemelerin ceza sorumluğunu gerektirmeyeceği; açıklanan rızanın, denemenin mahiyet ve sonuçları hakkında yeterli bilgilendirmeye dayalı olarak yazılı olması gerektiği ve tedavinin uzman hekim tarafından bir hastane ortamında yapılmasının gerekeceği belirtilmiştir (TCK 90/4. madde).

Bu maddede tanımlanan suçların bir tüzel kişiliğin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, tüzel kişi hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolacağı bildirilmiştir (TCK 90/6. madde).

Tıbbi Yanlış Uygulama (Tıbbi Malpraktis) Kanun Taslağı’ nda;

· Hasta üzerinde yapılacak bilimsel araştırmaların, bilimsel bilgi birikimine katkıda bulunabilmek amacıyla hastadan (bilgilendirerek izin alma) ve Sağlık Bakanlığı’ ndan yazılı izin almak şartıyla yapılacağı;

· Yapılan araştırmaların, sadece alınacak izinde belirtilen bilimsel ve mesleki yönden yeterli kişiler tarafından yürütüleceği;

· Araştırmanın sorumluluğunun, izin verilen kişi/kişilere ait olacağı,

· Bakanlıktan alınacak bilimsel araştırma yapma izni prosedürünün çıkarılacak yönetmelikle belirleneceği;

· Araştırmacının, bilimsel araştırmada beklenen katkı ne olursa olsun, denek için ciddi bir tehlike şüphesi doğduğunda araştırmayı durduracağı;

· Araştırma giderlerinin, deneğe, yakınlarına ya da sosyal güvenlik kurumuna yansıtılamayacağı belirtilmiştir.

KLONLAMA

Klonlama, terapötik klonlama ve kök hücre (stem cell) klonlaması (kopyalama) olmak üzere iki türlü yapılmakta olup; Japonya, Almanya, Fransa gibi ülkeler; terapötik klonlamanın serbestisine karşın kopyalama şeklindeki klonlamaya karşı çıkmaktadır. ABD ise klonlamanın her iki türüne de karşı olduğunu bildirmektedir. Bu tartışmalar dünya üzerinde Birleşmiş Milletler’ i de içine alacak şekilde devam etmektedir. Bazı ülkelerde klonlamaya karşı yasal sınırlamalar ve yasaklar oluşturulmasına karşın uluslar arası ortak tavır belirlenmesi mümkün olamamıştır. Ülkemizde klonlama ile ilgili herhangi bir yasal düzenleme henüz bulunmamaktadır.

Hiç yorum yok: