17 Ekim 2006

2 ADLİ TIP VE ADLİ BİLİMLERİN TARİHÇESİ VE GELİŞİMİ

2

ADLİ TIP VE ADLİ BİLİMLERİN TARİHÇESİ VE GELİŞİMİ

DÜNYADA ADLİ TIP VE ADLİ BİLİMLERİN

TARİHÇESİ VE GELİŞİMİ

İnsanlığın varoluşu ve toplumsal yaşayışa geçişle birlikte, toplulukların yönetimine ilişkin ilk kurallar konulmuş ve böylece hukukun yazılı olmayan temel öğeleri ilk insanlar zamanında meydana getirilmiştir. İlk insanlar, kuralları oluştururken, doğanın gerçekleri karşısında etkilenmişler, yaşam ve ölümü tanrıların kızgınlık, cezalandırma ve affedicilik özellikleri olarak tanımlamışlardır. İlkel toplumlarda büyücü ve rahipler tanrının elçileri olarak kabul görülmüşlerdir. Toplumlar, onların koydukları kuralları uygulamışlar, onlara karşı geldiklerinde cezalandırılmışlar, onların eli ile şifa ve ölümü yaşamışlardır. Böylece bu topluluklardaki büyücü ve rahipler din adamı olmalarının yanı sıra hukuk, tıp ve sosyal kuralların uygulayıcıları olarak kabul görmüşlerdir. Bunun sonucu olarak din- hukuk- tıp ve sosyal alan iç içe uygulanmaya başlanmış ve bu ilişki yüzyıllarca devam etmiştir. Hatta Afrika kıtasındaki bazı kabilelerde halen rahip ve büyücüler bu rolü oynamaya devam etmektedir.

MÖ 3000 yıllarında Çin’ de çeşitli zehirlerle ilgili bilgiler tanımlanmıştı. MÖ 2980-2900 yılları arasında eski Mısır’ da yaşayan asıl mesleği mimarlık olmasına tıp ve hukuk eğitimi olmamasına karşın Pharaoh Zoser’ in özel hekimliğini yürüten ve Başyargıçlık yapan Imhotep, “Tıbbın Tanrısı” ve “Adli Tıbbın Babası” olarak kabul edilmiştir. Bu yıllarda Mısır’ da insan vücudunda oluşan hasarlarda, veraset ve evlilik gibi konularda hekimlere danışılmaktaydı. Eski Mısır’ da hukuk ve tıp uygulamalarının örnekleri çok erken çağlarda başlamıştı. Hekimlerin hastalarını tedavi prensipleri belirlenmiş; yapay mumyalaşma uygulanmaya başlanmış; gebelik, düşük, cinsel ilişkiler ile ilgili kuramlar tanımlanmış ve MÖ 1700 yıllarında bıçak yaraları ayırt edilmiş ve dışta travma bulgusu olmayan başka bir kişide kafatası kırığı tarif edilmişti.

Bilinen en eski hukuk kuralları Babil Kralı Hammurabi (MÖ 1700) zamanında oluşturulmuş olup, Hammurabi Kanunları adı ile anılmaktadır. Hammurabi Kanunları aynı zamanda hekimlerin hakları ve yükümlülüklerini belirleyerek, hastasını öldüren veya yaralayan hekimin sorumluluklarını ortaya koymuştur. 219. paragrafta “hekimin bir kölenin yarasını tunç bıçak ile tedavi ederken öldürmesi durumunda yerine başka bir köle bulacağı” ifadesi yer almış, yanlışlık yapan hekimin elinin kesilmesi yada hastanın sosyal statüsüne göre para cezası ödemesi hükümleri getirilmişti. Ayrıca hekimlere ödenecek ücretler, zina, boşanma ve ırza geçme ile hükümlerde tanımlanmaktaydı. Yine MÖ 1400 yıllarında uygulamaya konulan Hitit Kanunları’ nda ise bilirkişilik müessesesi tanımlanmış, kişilerin uğradıkları zararların karşılanmasına yönelik tazminat miktarları belirtilmişti. Günümüzde dünya hukukunda yer alan tanıklık ile ilgili prensiplerin temelleri ise aynı dönemlerde Hindistan’ da uygulanmış olan Manu Kanunları’ nda atılmıştı.

Roma’ da MÖ 600 yıllarında yaşamış olan Numa Pompilius zamanında, adli tıp uygulamalarında önemli bir yeri bulunan kanunda, doğum sırasında ölen kadınların hemen karnının açılması şartı konulmuştu. Yine bu yıllarda zihinsel özürlülerin ceza sorumlulukları düzenlenmiş, hastasının ölümüne neden olan hekimin cezalandırılması prensibi kabul edilmişti. MÖ 572 yılında ise, Lex Aquillia Kanunu’ nda yaraların ağırlık dereceleri ile ilgili hüküm yer almıştı.

MÖ 460-355 yıllarında Yunanistan’ da Hippocrates yaraların öldürücülük durumlarını incelemişti. MÖ 449 yılında yürürlüğe konulan Roma Kanunları’ nda ise, gebelik süresinin 300 günü aşamayacağı, uterustaki bebeğin medeni haklara sahip olduğu, puberte öncesi çocuklarda ceza indirimi uygulanması gerekeceği belirtilmiş; ölülerin defninde uygulanacak kurallar tanımlanmıştı. Yunanistan’ da MÖ 384-322 yıllarında Aristoteles üreme ile ilgili bilgileri tarif etmiş, MÖ 287-212 yıllarında Archimedes’ in altının hileli olup, olmadığı konusunda yapmış olduğu danışmanlık Adli Bilimler’ in ilk uygulaması olarak tarihte yer almıştı.

MÖ 44 yılında Julie Cesar suikast sonucu öldürüldüğünde, o sıralarda Roma’ da uzman hekim olarak görev yapmakta olan Antistius cesedi muayene ederek, 23 bıçak yarası olup, bunlardan birinin göğüs duvarında birinci ve ikinci kaburga arasından girerek ölümü meydana getirdiğini ortaya koymuştu.

MS. 200 yılında tıpla ilgili yasal yönleri bulunan ilk kitap Claudius Galen tarafından yazılmış; daha sonraki yıllarda, Roma’ da uygulamaya giren Justinyen Yasaları (MS 483-565)’nda tıp ve hukuk’ u birlikte ilgilendiren kanunlar yer almış ve bu kanunlarda, günümüzdeki adli tıp uygulamalarının da konusu olan pek çok tanım hayata geçirilmişti.

Adli tıp tarihçesinde geçiş dönemi olarak kabul edilen ve 5. yüzyıl sonlarından 16. yüzyıl sonlarına kadar devam eden dönemde yasalar geliştirilmiş ve bu yasalarda adli tıbbın yaşam içersindeki önemi ön plana çıkmaya başlamıştı. Lex Alamennarum’ da yaraların ağırlık derecelerine göre tazminat ödenmesi, Salic Yasası’ nda yaralıların yetkili kişilerce muayene edilerek rapor düzenlenmesi, Charlemange Yasalarında dövme, yaralanma, infantisid, intihar, ırza geçme, bestialite, impotans olgularında hekim görüşüne başvurulması, Kudüs Kararlarında cinayetlerde, ölüm nedeni, yaraların lokalizasyonu ve aletlerin belirlenmesi gibi hükümler, adli tıp uzmanlığının ilk uygulama alanları olarak belirlenmişti.

MS 768- 814 yıllarında yaşamış olan Alman İmparatoru Şarlman, insan sağlığı konusunda “gün gibi aşikar kanıtlar aranacağını” bildirerek; yaralanma, tecavüz, çocuk öldürme ve evlenmenin iptali gibi konularda tıbbi bilirkişi görüşüne başvurulması gerektiğini belirtmişti.

9. yüzyılda İngiltere’ de yasal soruşturma yetkileri ile donatılmış bir kişi olan “coroner” in görev yaptığı “coroner system” kurulmuştu. İlk yıllarda asli görevi ölen kişinin Norman veya Sakson olup olmadığını araştırmak olan coronar system’ in, görev alanına ileriki yıllarda ölüm nedenlerini araştırma görevi de eklenmişti.

11. yüzyılda Fransa’da ve İtalya’ da Adli Tıp Uzmanlığı uygulanmaya başlanmış; meşhur bir cerrah olan Hugo de Lucca 1249 yılında Bologna’ da adli tıp uzmanı olarak yemin etmişti. 1302 yılında ayrıntılı olarak belgelenmiş ilk adli otopsi Bartolomea de Variagiana tarafından Bologna’ da uygulanmış ve ölümün zehirlenme sonucu meydana gelmiş olduğu belirlenmişti.

Aynı yıllarda, Çinli Sung Tu tarafından şüpheli ölümlerin araştırılmasına yönelik bir kitap yayınlanmış; Fransa’ da 1374’ de otopsi yapma yetkisi Papa tarafından Montpellier Fakültesi’ ne verilmişti. İlerleyen yıllarda adli tıbbın önemi gerek yasaların içersinde, gerekse uygulamada artmış, adli tıbbın alanları bir bir ortaya çıkmaya başlamıştı.

1650’ de Almanya’ da Leipzig Üniversitesi’ nde Johann Michaleis tarafından adli tıp ile ilgili ilk konferans düzenlenmiş, 1663’ de bebeğin canlı doğup- doğmadığına yönelik olarak Bartholin hidrostatik deneyleri tanımlanmıştı.

17. yüzyılın sonları ve 18. yüzyılın başlarında üniversitelerde adli tıp kürsüleri kurulmaya başlanılmış ve adli tıpta eser sayısı artmış, Amerika’ da coroner system benimsenmiş ve bazı eyaletlerde “medical examiner” tanımı ortaya çıkmaya başlamıştı.

18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyılın başlarında adli bilimler alanında hızlı gelişmeler olmuş; mikroskobi, fotografi ve radyolojiden yararlanılmaya başlanılmıştı.

18. yüzyıl ortalarında adli psikiyatri alanında gelişmeler başlamış, akıl hastalıklarında tedavi ve bilirkişilik konuları ön plana çıkmıştı.

Yine 16. yüzyıl ile 18. yüzyıl arasında yer alan adli tıp kitaplarında zehirlerle ilgili bilgiler yer almış, 18. yüzyıl sonrasında adli toksikoloji alanı gelişimine devam etmişti.

19. yüzyıl başlarında kimlik tespiti ve kriminalistik alanında ilk uygulamalar gerçekleştirilmiş, 1923’ de Locard tarafından olay yeri incelemesinin temel prensiplerini ortaya konulmuştur.

Günümüzde adli tıp ve adli bilimler alanı, suçlu ve suç tiplerinin artış ve gelişimine paralel olarak daha fazla bilgi ve teknoloji kullanımına gerek duymakta, her geçen gün genişleyen bir çalışma alanına yayılmakta ve hızla kendisini geliştirmektedir.

TÜRK TOPLUMUNDA ADLİ TIP VE ADLİ BİLİMLERİN

TARİHÇESİ VE GELİŞİMİ

Tarih boyunca Türk toplumlarının yaşayışları içersinde hekimlerin ayrı bir yeri olmuştur. Orta Asya Türkleri, hastaların tedavilerinde Şamanlardan yararlanmışlar, onlar da uyguladıkları sihir ve büyülerle ve doğadan topladıkları otları kullanarak hastalarını tedavi etmeye çalışmışlardı. Bu dönemde bile hastalarına zarar veren Şamanların cezalandırıldıkları belgelerde yer almış bulunmakla birlikte, cezanın niteliği hakkında kesin kaynaklara ulaşılamamaktadır.

Tarihi kaynaklardan elde edilen bir başka bilgi ise Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletleri dönemlerinde hekimlik mesleğinin oldukça ileri düzeylere ulaştığı, Anadolu Selçuklularında, hastasına zarar veren hekimlerin bu mesleği yapmaktan men edildikleri şeklindedir.

Osmanlılarda hukuk sistemi kadılık müessesesi altında yürütülürken; hekimler ise hekimbaşı adı verilen ve sarayda oturan bir hekimin denetimi altında görev yapmaktaydı. Bu dönemde, bazı şüpheli ölümlerin araştırılmasına yönelik otopsi ve mezar açma işlemleri için resmi makamlara başvurular yapılmış ise de, zamanın Şeyh-ül İslamları tarafından bu işleri yapanların kafir olacağına dair verilen fetvalar nedeniyle, uzun süre bu tür işlemlerden kaçınılmıştı.

Adli tıp eğitimi ülkemizde ilk kez 1839’ da, II. Mahmut zamanında, Askeri Tıbbiye Mektebi’ nde Tıbbi-ı Kanuni adı ile okutulmaya başlanılmıştı. 1840’ da Ceza Kanunnamei Hümayun’ u (Ceza Kanunu) yürürlüğe girmiş ve adli olaylarda bilirkişi olarak hekimlerden yararlanılmasına dair usuller belirlenmişti.

Ülkemizdeki ilk adli tıp hocası aynı zamanda Avusturya Hastanesi doktoru olan Bernard olup, ilk otopsi de onun yönetiminde 1843 yılında başına sırık düşerek ölen bir işçinin cesedine uygulanmıştı.

1846’ da Sevinç Efendi Askeri Tıbbiye Mektebi’ nde Tıbb-ı Kanuni hocası olmuş, 1867 de ilk sivil tıp fakültesi olarak kurulan Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye’ de adli tıp dersi vermek üzere Agop Handanyan görev almıştı. 1879’ da ilk Usulü Muhakematı Cezaiye Kanunu (Ceza Muhakemeleri Kanunu) yürürlüğe girene kadar sınırlı sayıda otopsi yapılmıştı. Bu kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte adli otopsinin usulü belirlenmiş ve resmi bilirkişilik tanımlaması yapılarak Polis Müdürlüğü’ ne bağlı Zabıta Tababet-i Adliye Şubesi kurularak, başına Dr. Ali Rüştü Paşa getirilmişti. Dr. Ali Rüştü Paşa, 1908 de Morg Müdürlüğü kurulunca ilk Morg Müdürü olmuştu.

1909 da askeri ve sivil tıp mektepleri birleştirilerek İstanbul Tıp Fakültesi kurulmuş, adli tıp hocalığına Dr. Bahattin Şakir getirilmişti.

1917 yılında Adalet Bakanlığı’ na bağlı Adli Tıp Müessesesi Kurulmuş ve bünyesinde Tıbbi Adli Meclisi, Morg Müdürlüğü, Kimya Müdürlüğü; Müşehadehane (Gözlem) Müdürlüğü oluşturulmuştu.

Cumhuriyet Devrinde 1946 yılında Ankara Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı, 1959 yılında Ege Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı, 1967 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı kurulmuştu.

1982 yılında Adli Tıp Müessesesi, Adli Tıp Kurumu adını almıştı.

1982’ de İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, 1983’ de Ankara Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü kurulmuştu.

Hiç yorum yok: